KAZALAR (!) “FAİLİ MEÇHUL”UN DİĞER ADIDIR
“TİLKİ ÖLDÜ, YUVASINDAKİ YAVRULARI DAĞITILABİLİR”
Adnan KAHVECİve eşi Füsun KAHVECİ, bir gazeteci dostunun evindediydiler Gazeteci Mehmet BARLAS’ın evinde o gece Güneş TANER ve eşi de bulunmaktaydı. Yemekler yendikten sonra Güneş TANER, “Hadi gelin ruh çağıralım” deyiverir. Mehmet BARLAS, “Ruh çağırma”ya inanmadığından yuvarlak masanın etrafında diğerleri toplanırlar ve harfleri, rakamları kesip bir büyük kâğıdın üzerine de yapıştırırlar. Sonra da seansa başlarlar.
Seansı Füsun KAHVECİ yönetmekteydi. Kendi aralarında birkaç soru sorup cevap aldıktan sonra, “Ruh çağırma”ya inanmayan Mehmet BARLAS, “Sorun bakalım, Fatin Rüştü Bey’in dostunun adı nedir?” der. O tarihlerde ve ondan önceki süreçte bu konu medyada hiç yer almamıştır, Mehmet BARLAS ise konuyu kendi kendine araştırmaktadır. Fincan harfleri dolaşmaya başlar, V, E, S, A, M, E, T harflerini dolaşıp durur. Füsun KAHVECİ “Vesamet” der. Mehmet BARLAS şaşırmıştır. Füsun KAHVECİ, bir başka soru sorara: “Turgut ÖZAL iyileşecek mi?”. Fincan yeniden dolaşmaya başlar. Ö,Y,L,E, B,İ,R,İ,Y,O,K… Ortaya “Öyle biri yok” cümlesi çıkmıştır.
Füsun KAHVECİ bir soru daha sorar; “Adnan KAHVECİ Başbakan olacak mı?” Fincan yine dolaşmaya başlar: Ö,Y,L, E, B, İ, R, İ, Y, O, K. Cevap yine aynıdır: “Öyle biri yok”… Füsun KAHVECİ başta olmak üzere hepsi şoka girerler… O gece Mehmet BARLAS’ın evinden ayrılırken hemen hepsi aynı şeyi düşünmektedir, ama bir birlerine bunu söyleyemezler. “Bunun anlamı nedir: Yoksa…”
Eve gittiklerinde olayın hala etkisinde olan Füsun KAHVECİ, Adnan KAHVECİ’ye:
– Kendine dikkat et Adnan, kendini koru, korumaları geri göndermeyi, onları atlatmayı da bırak.
– Nereden çıktı şimdi bu Füsun KAHVECİ?
– Hem seni için hem de Turgut ÖZAL için “Öyle biri yok” çıktı Adnan, bu “Bunlar öldü” anlamındadır…
– Füsun, oynadık, eğlendik, bitti… Eğer gerçekler ve gelecek fincanların seyahatiyle bilinecek olsaydı dünya üzerinde en çok üretilen ama buna rağmen en pahalı olan şey fincan olurdu…
– Adnan, ben de bazı şeyler hissediyorum uzun süredir, sana da aktarmıyorum ama ne çektiğimi bir ben bir de Allah bilir… Hep hissettiğim şu, bir birlikte can vereceğiz, hem de ailece…
– Daha iyi ya, hep birlikte Haak’ka yürürüz, geride kimse kalmadığından üzülen de olmaz…
– Üfffff Adnan üfffff…
– Hadi sıkma canını, biz daha çok yaşarız birlikte inşAllah ama sen beni kendi ellerinle kıskançlıktan öldürmezsen…
– Adnan, o konuyu hiç açma, kapattık, hem de sonsuza kadar…
– Şakaydı Füsun, şaka, sadece şaka…
Nereden bilebilirlerdi ki o saatlerde Büyük Britanya İmparatorluğu’nun MI-6 merkezinde Lord Peter CARLINGTON un da katıldığı bir üst düzey toplantıda hem Turgut ÖZAL’ın, Adnan KAHVECİ’nin ve Orgeneral Eşref BİTLİS’in kalemlerinin kırıldığını.
Gerekçe nettir; Commonwealth’in gizli tek üyesi Türkiye’de bazı haddini bilmezler MİLLİ ve ONURLU bazı planlar yapmaktadır ve bunları da başarıyla uygulamaktadır. Kontrol edilemez unsurlar temizlenmelidir. Konu MI-6’in üst düzeyi tarafından CIA, MOSSAD ve BND ile de paylaşılır. Organizasyon’un başına BND’nin Ortadoğu Sorumlusu Gerhardt Lehmann(asagida) getirilir. Gerhardt Lehmann, haberalma örgütleri arasında günümüzün James Bond’u olarak bilinmektedir.
gerhard-lehmann
ÖZAL, Adnan KAHVECİ’yi köşke çağırdığında günlerden 25 Ocak 1993 Pazartesi’dir. Geç saatlerde köşktedir.
– Adnan, artık zamanı geldi sanırım. Verdiğin süre Şubat’ın 15’inde doluyor. Aslında beklemeye bile gerek yok ama tüm bilim adamları villadaymış. Sen hazırlıklarını yap ve ekibini ayarla. Ekibinde kimler olacağına sen karar ver. Bilgisayarcıları doğruca Okluk Koyu’ndaki mekâna götür. Özel Harekât ve şirket orada tedbirlerini aldılar. Gelenler orada bir süre dinlensin ve Türkiye’ye intibak etsin, bilgilendirilsinler sonrası gelir.
– Sayın ÖZAL, Şubat başında İstanbul’da olmayı düşünüyorum. Önemli bir görüşmem var. İstanbul’dan yola çıkarım, dönüşte Türkiye’ye farklı bir yolla gelmek istiyorum. bilim adamlarını, mümkünse teker teker Okluk’a götürmeliyim. Orada da bir arada bulundurmayalım diyorum. Bölelim… En az üç ekip yapalım…
– Adnan, bütün planlamayı sen yap, İsmail sana yardımcı olacaktır. Bak işte sana tahsis ettiğim uçağı Eşref Paşa’ya göndermeseydin onu da kullanırdık.
– Gerek yok Sayın ÖZAL, Eşref Paşa ile “Kürt Raporu”nu hazırlarken çok uzun süreler sohbet ettik, benim 10 özel uçağa ihtiyacım var diyeyim ne yapar eder, bulur ve bana gönderir.
– Bak buna sevindim. Benim müstakbel Genelkurmay Başkanım ile anlaşmanızdan mutlu oldum.
– İsabet olur Sayın ÖZAL Eşref Paşa o makama yakışır ve o makamın da hakkını verir. Allah’tan başka kimseden korkmayan ve kadere büyük bir imanla bağlı bir insan. “Rızkım varsa yaşarım, kesilirse ölürüm. Bütün amaç, rızkımız kesilinceye kadar onurla ve sadakatle bu devlete ve bu millete hizmet etmektir” der her zaman…
– Adnan benden bir isteğin var mı? Planlamalarında benim müdahil olmama gereken bir yer?
-Yok Sayın ÖZAL, her şeyi ayrıntıları ile düşündüm ve planladım. Bundan sonra Allah’ın iznine bağlı…
– Amenna Adnan, Amenna… Ben de yarın ABD’ye gidiyorum. Sağlıkla ilgili konular var, görüşmeler var… Bir de çok önemli bir randevum var…
– Allah yardımcınız olsun, Allah’a emanet olun…
– Amin Adnan, Merhum Uğur Bey’den (MUMCU) sonra sana daha çok dikkat etmemiz gerekir. “Kürt Raporu”nu hazırlamadan uzun uzun görüşmüşsünüz. Merhum çok ciddi bilgilere sahipti, bana gönderdiklerini de yanımda götürüyorum. Yolda bakacağım. ABD’deki o önemli görüşmeden önce onları incelemem gerek…
– Allah rahmet eylesin. Çok büyük bir kayıp, aynı zamanda da hepimize ciddi bir gözdağı. Ve sadece ben değil siz de, Eşref Paşa’da, Kürt konusunu samimiyetle ve milli olarak çözmeye çalışan herkes tehlikede…
– Haklısın… Adnan, sen neyle gideceksin İstanbul’a?
– Şahsi arabamla, ailemle birlikte; belki bizim en büyük kalır Ankara’da.
– Bir türlü milletvekili ve bakan imkânlarını kullanmadın Adnan, aslında bu tavrın hoşuma gitmiyor da değil. Ama kendine bu aralar daha çok dikkat et. Sana tahsis edilen korumaları da geri gönderiyorsun…
– Kader, hayr ve şer Allah’tandır Sayın ÖZAL, bunları siz benden daha iyi bilirsiniz…
– İyi de evladım, bu ara üstlendiğin bu iş, çok zor…
– Başka bir emriniz var mı Sayın Cumhurbaşkanım?
– Yok evladım, Füsun’a da selam söyle çocuklarının da gözlerinden öp benim için…
– Sağ olun Sayın ÖZAL…
Adnan KAHVECİ, ÖZAL’ın ABD’ye gidişinden sonra planlamaları gözden geçirir. 08 Şubat 1993 Pazartesi günü İstanbul’dan yurtdışına çıkmaya karar verir. Ancak 06 Şubat 1993 günü Alev’in doğum günüdür. O gün onunla birlikte olmak ister. Füsun KAHVECİ ile konuşur ve 05 Şubat 1993 günü İstanbul’da olmayı planlarlar.
Adnan KAHVECİ telefon ajandasında 15-16 bin insanın telefonunu bulunduran ve bu numaralardan o dostları ile sık sık görüşen biridir. Toplumla ve halkla iç içedir. Sanat camiasından da pek çok seveni vardır. Tekin AKMANSOY da bunlardan biridir. 04 Şubat 1993 gecesi ailece Tekin Bey’in evindeydiler.
KAHVECİ, Tekin Beylere gelmeden önce İstanbul’dan Alev i (Alev KARACA)aramış ve 05 Şubat günü İstanbul’da olacağını bildirmiştir. Tekin AKMANSOY’un ailesi ile birlikte yemek yediler, gelişen siyasi olayları farklı bir pencereden kısaca değerlendirdiler ve sonra sanat ve sanatçılar konusunda ivedilikle yapılması gerekenleri tartışmaya başladılar. Sohbet koyudur ama sonunda saat 23:45 sularında vedalaşarak ayrılırlar, evlerine hareket ederler. Çıkmadan önce Tekin AKMANSOYa, gitmemeleri ve hatta o gece kendilerinde kalmaları konusunda ısrar etmiştir ama nafile. Evden de eşyalarını yüklerler, Adnan KAHVECİ içinde bazı önemli mali projeler, iki önemli buluşunun patent başvuru yazışmalarının ve “Bulgaristan Virüs Enstitüsü”nden transfer edilecek bilim adamlarının bazı özel bilgilerini içeren dokümanların ve bazı bilgisayar zarf disketlerinin bulunduğu, açık kahverengi, genişçe evrak çantasını da arabanın bagajına yerleştirir ve dört kişi yol çıkarlar. Çantadaki disklerde, dört önemli yazılım vardır:
Elektronik Seçim Sistemi, Muhasebe de Yapan Akıllı Yazar Kasa, Kara Para ve Kayıt Dışı Servet Takip Programı, Türk Hava Sahasını Tamamıyla Kaplayacak Elektronik Şemsiye Programı.
Adnan KAHVECİ, Füsun KAHVECİ, kızı ve küçük oğlu araçtadır. Büyük oğlu ise Ankara’da kalır.
Adnan KAHVECİ Türkiye’de “Emniyet Kemeri” zorunluluğunu getirenlerin başındadır. Trafikteki davranışları da bu tercihi ile uygundur. Kırmızı renkli sedan Toyota Corolla’ları ile yola çıkarlar. Adnan KAHVECİ en uygun yerde dahi 90 Km üzerine çıkmamaktadır, sefer sürati ortalama 80 Km’dir. Bolu Gerede’ye kadar genellikle yeni yapılmış otoyolda seyahat eden Adnan KAHVECİ ve ailesi 05 Şubat 1993 sabahı saat 05:48 de Bolu-Gerede yakınlarındadır. Hava soğuk ve sislidir. Yerde gizli buzlanma da vardır. Çevrede yağmış olan karlar hala durmaktadır. Yaklaşık 30 Km geride Otoban’dan çıkmış normal yolda seyahat etmişlerdir. Ancak, 30 Km sonra, Gerede’ye 12 Km kala, nereden çıktığı belli olmayan ancak her ikisi de iyi giyimli ve uzun boylu iki trafik polisi kendilerini “Gizli Buzlanma” konusunda uyarmış, 12 Km sonra da tabelaları takip ederlerse yine Otoban’a girebileceklerini söylemiştir. Adnan KAHVECİ, o yolun bitirilmesini km-km takip eden biridir. O sabah saat 09:00’da da yol resmen trafiğe açılacaktır. İçinden “Tören hazırlıklarını yine abartmış olmalılar” diye geçirir. Polislerin tarif ettikleri yere geldiklerinde yol işaretlerinin geçici olarak yerleştirildiklerini, ancak bir mantık silsilesi takip etmediğini fark eder. İşaretlet kendilerini karşıdan geliş yönüne doğru yönlendirmektedir. Kendilerinin gitmesi gerektiği yönde de görünürde bir şey yoktur. Adnan KAHVECİ o sırada yolun kenarında kasasında seyyar trafik işaretleri bulunan koyu sarı bir pikap görür. Pikabın yanında bir adam fark eder. Aracını yanaştırır ve sorar: “İstanbul’a gidiş istikameti bu mu, doğru mu?”. “Evet” der adam:
– Yolda ciddi buzlanma var, gidiş-geliş bu kulvardandır, diğer şeritler ve gerçek gidiş şeridinde buzlanma yoğun. Trafik de olmadığından, rahatça gidersiniz, 4 km sonra trafik işaretleri sizi tekrar gidiş istikametine aktarır.
Bolu-Gerede-Çaydurt otoyoluna girerler. Aynı anda kendisinden bilgi aldıkları kişi merkeze elindeki telsizle şu mesajı geçer, “Trafik işaretleri yerleştirildi, çevrede tek tilki görüldü, az önce size doğru yöneldi.” Karşıdan hiç ses gelmez, sadece üç mandal sesi işitilir. Bunun anlamı “Alındı, anlaşıldı” demektir. Adam elindeki telsizi kapatır ve pikabın şoför mahalline geçip karanlıkta kaybolur. Telsiz tek kullanımlıktır. Tek bir cümle ve sonra, telsize gerek yoktur. Saat 04:00 itibarı ile otoyolun Ankara’ya gidiş trafiği işgüzarlar tarafından açılmıştır. Yoğun sis içinde ilerleyen Toyota-Corolla’da sadece kızları uykudadır. KAHVECİLER’in küçük oğlu da son konuşma esnasında uyanmıştır, gözleri hafif aralıktır. Füsun KAHVECİ eşinin yanındadır. Kısa bir süre sonra Füsun KAHVECİ kollarını iki yana açarak bağırır “Adnan dikkat, karşıdan…” Çarpışma gerçekleşir. Karşıdan gelen araç, Toyota Corolla ile kafa kafaya çarpışmıştır, gelen aracın sürati çok yüksektir. Kaza anında küçük oğlu sol kapının açılması ile araçtan fırlamıştır, yolun kenarında yatmaktadır. Diğerleri ise yaralıdır, ancak hareket edememektedirler. Sadece Füsun KAHVECİ Adnan KAHVECİ’ye:
– Ruh çağırdığımızda “Öyle biri yok” diye yazmıştı, der.
Kazanın üzerinden 13-14 dakika geçmiştir. Gelen-giden tek araç yoktur. Küçük oğlu yolun kenarında soğukta gelen-giden yolu gözlemektedir. Zaman zaman da gözleri kapanmaktadır. O sırada karşıdan dev damperli bir kamyon gelir, Astaldi Firması’na aittir. Kamyon kaza yerinin yanında durur.
İçinden uzun boylu, genç, iri yapılı, sarışın bir Alman iner, adı Gerhardt Lehmann’dir. Adnan KAHVECİ’nin aracına yaklaşır, Adnan KAHVECİ’ye bakar, sıkışma yoktur ama darbe ölümcüldür. Boynuna parmaklarını koyar, nabız yoktur.
– Bize gerek kalmadı, bu araç gerekeni yapmış, dedikten sonra aracın etrafında dikkatlice dolaşır, elindeki küçük el feneri ile bir şeyler aramaktadır. Sonunda bagajı oradan bulduğu bir levye ile açar ve Adnan KAHVECİ’nin kahverengi evrak çantasını bulur, yanına alır ve kamyona biner, uzaklaşır.
Kazanın üzerinden yaklaşık 21 dakika geçmiştir ki, yanlarından toplam dokuz-on araç geçmesine rağmen kimse durmamaktadır. Bazıları yoldaki enkaz parçalarına çarpmakta, buna rağmen durmamaktadırlar. Karşı taraftan gelen bir kamyon kaza yerini görür ve durur, şoförü aşağıya iner. Araçların etrafında dolaşır ve aracın yanına yaklaşmış 10 yaşlarında bir erkek çocuk görür. Yanına yaklaşır;
– Kaza yaptık, bize yardım gönder, babam Adnan KAHVECİ, eski maliye bakanı ben de oğluyum, der…
Kamyoncu, çocuğa ilk yardım bile yapmadan kamyonuna biner ve hızla en yakın telefona ulaşmaya çalışır.
Türkiye’de kazadan hiç kimsenin henüz haberi yoktur ancak Ankara’da olaydan tam 35 dakika sonra bağlı bulunduğu başkente bir kripto gönderen Büyükelçi, mutluluktan adeta uçmaktadır. Kripto da “Tilki öldü, yuvasındaki yavruları dağıtılabilir.” Yazmaktadır. Bu kriptodan sonra üç büyükelçilik daha birbiri ardına kriptoları başkentlerine gönderirler, içerik hemen hemen aynıdır…
Aynı saatlerde Roma yakınındaki Ostia kasabasında birleşik görev gücü bir operasyon yapmaktadır. Türkiye’ye getirilecek bilgisayar virüs yazılımcısı bilim insanları teker teker özel araçlarına yerleştirilmekte ve meçhule doğru götürülmektedirler. Tam o sırada Serge’e SİSMİ’nin başkanından bir mesaj gelir. “Dostunu öldürdüler, villadaki bilim adamlarını paketlediler. Sessiz ve sakin ol.” Bu mesaj Serge’e evinde ulaştığında TSİ saat 06:54’tür.
Adnan KAHVECİve ailesinin ölümü Turgut ÖZAL’a ABD’de iletilir, olayın üzerinden 5,5 saat geçtikten sonra. Turgut ÖZAL’ın ilk tepkisi şu olur: “Planlar ve uygulamalar ilk kurbanını aldı. Bunun gerisi de gelir. Sıra bende”. Turgut ÖZAL, Devlet Denetleme Kurulu’na ilk talimatı ABD’den verir. “Olayı bütün yönleri ile araştırın, her şeyi didik didik edin.” Ancak… İşte o kadar, ancak… O dönemde Devlet Denetleme Kurulu’nda bulunan ve kök olarak şirketin elemanı olan şahsiyet herkesin gözünden kaçmıştır.
Turgut ÖZAL Türkiye’ye döndüğünden bir gün önce Adnan KAHVECİ ile eşi Füsun toprağa verilmiştir bile…
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil