29 Şubat 2016 Pazartesi

Milli Piyango Hileleri-GLADIO NASIL FİNANSE EDİLİR?


http://www.cnnturk.com/2012/turkiye/06/01/chpden.milli.piyango.iddiasi/663414.0/index.html

Kart, TBMM’de gazetecilerin sorularını yanıtladı. Atilla Kart, Milli Piyango çekilişlerinde, haksız müdahalelerin yapılarak, bu yolla haksız kazanç ilişkilerinin oluşturulduğuna dair bazı iddiaların bulunduğunu söyledi.
Gelen bilgi ve iddialara göre, TRT’nin canlı yayınlarının, bilinçli olarak engellendiğini, TRT’nin 30 Nisan’dan bu yana canlı yayın yapmadığını belirten Kart, ikramiye kazanan numaraların tespitinde bazı müdahalelerin yapıldığına dair de iddiaların bulunduğunu ifade etti.
Kart, kazanan numaraların gerçek numaralar olmadığı, sürekli devir yapılarak, haksız kazancın her geçen hafta tırmandırıldığı iddialarının bulunduğunu kaydetti.


“GLADIO” NASIL FİNANSE EDİLİR?

Geçtiğimiz aylarda bir Genel Müdür, bir müfettiş tarafından öldürüldü. Hemen herkes bu olayı “vaka-i adiye” olarak değerlendirdi. Ama olay asla “adi” bir olay değildi.
Bu konuyu uzun uzadıya yazacak değilim. Gerekli uçları sizlere verip köşeme çekileceğim.

Ülkemizde son dönemlerde büyük çılgınlıklar yaşanıyor. Adaleti “mafyanın kucağında”, eğitimi “dershane” kapılarında, sağlığı “özel sektör”ün merhametinde arayan, oylarını “bir paket makarna” karşılığı alınmaya aday açlığa ve sefalete mahkum edilmiş insanlarımız, umutlarını sayısala, şans topuna, süper lotoya vs… bağlamış durumda. “Bana da çıkar” diyerek, cebindeki son kuruşu makinelere yatırmakta. Hemen her seferde, umutlarını bir sonraki çekilişe saklamakta.

MAKİNENİN UÇKURU…

Ancak, gelin görün ki Türk Milleti’nin umudunu bağladığı sistemin makinelerinin, yani bilgisayarlarının “uçkuru” bizimkilerin elinde ve kontrolunda değil. Makineler çok güçlü, milyarlarca işlemi saniye bazında yapabilecek derecede donanımlı. Ama, “kaynak kullanım kodları” dolayısıyla da her türlü komutası ABD’de.

“EĞLENCE PROGRAMI VAR” BAHANESİ

Söz konusu oyunları en geç çekiliş gününün saat 20:30’una kadar oynayabilirsiniz. Ama çekilişler en erken 22:30’da yapılır. Dümen hazır değilse, çekiliş birkaç şarkı-türkü mesafesi uzatılır. Sonra da çekilişe geçilir… Milletimiz o kadar cevvaldir ki, başka ülkelerde bazı oyunlarda aylarca, bazı oyunlarda yıllar boyu “devreden” ikramiyeler, neredeyse her hafta birkaç zengin yaratılır. Ama bu zenginleri hiç birimiz göremeyiz, tanıyamayız… Sizce bu şanslı kişiler gerçekten “şanslı” mıdırlar, “mutemet” midirler?
İdareye yazılı ya da sözlü olarak sorduğunuzda “TRT ile anlaşmamız var, çekilişi o nedenle geç yapıyoruz” cevabını alırız. Peki, madem anlaşma var, vatandaşlar neden saat 22:20’ye kadar kupon yatıramazlar? Efendim, makine işlem yapıyor da… Peki efendiler bu makine “Comodor 64” mü ki tospa hızıyla işlem yapsın ? Bahaneniz bile ne kadar komik…

ZURNANIN ZIRT DELİĞİ

“GLADIO” artık eskisi gibi ABD, İngiliz, Fransız, İsrail parası ile değil, “operasyon” yapılan ülkenin kaynakları ile finanse ediliyor. Türkiye’deki GLADIO’nun finans kaynaklarından en büyüğü de bu şans oyunları. Peki ya geri kalan kaynaklar?
“5464” sayılı yasa öncesi “yasal tefecilik” olayları dizisi, “5464” sayılı yasa sonrası “kart aidatları”…
2010 yılından sonra buna “Mortgage” çöküntüleri ve çökertmeden elde edilecek gelirler de eklenecek.
Bir ara “banka hortumlamaları” üzerinden yapılan özel tahsilatlarda olduğu gibi…
İnanması çok mu güç?
Bir gün gelir bunların hepsi ortaya dökülür. Umarım ve dilerim ki o gün “çok geç” olmaz.
Şimdilik benden bu kadar…
Saygılarımla…

27 Şubat 2016 Cumartesi

Hakan Fidan Gerçeği

Hakan Fidan;aslen Van Ercişlidir.Said Nursi nin iç halkasında yer alan bir babanın oğludur(Zamanı gelince ismini de açıklyacağız).TİKA Başkanlığı sırasında Saatçi Ali Efendi Konağı skandalının başrol oyuncusu olan Nukhet ORUÇ(ÖZCAN) un ağabeyi Zülküf(Zülkifl)ORUÇ la yediği içtiği ayrı gitmiyordu.

Hakan Fidan-Zülküf ORUÇ ilişkisi araştırılırsa 1 Aralık 2008 Alikahya patlaması,engin Temel cinayeti,İslam Canibekov cinayeti vs çözülür,Başbakan Ahmet Davutoğlu ve Nihat Ergün de altında kalır.

“Kürt Konseyi” ni “Kürt Baron” u da araştırın.Melih GÖKÇEK in elindeki kasetleri ve dinleme araçlarını araştırın.Çok şeylerle karşılaşırsınız.Sanırım “Hakan Fidan niçin Mustafa Kemal in vasiyetinin açıklanmasına karşı?””Bize niye düşman” sorularına cevap verdik

Özgecan ASLAN Cinayeti

……………..:LOADING
-· XYYÈ▄¦ßÔÓ
fROM:.Walhalla
To:.2054 FİLTER
Cc:.AutisticSister_TUGBA
BCc.:zæø£
crYPTED Hash Ist:.
Zt8m3EMQjI+DkvUs/+FxPGPutne1/Md1L+CfWD4rui5zMUb5PeL7frbwY0564Ab2PwasCRWq5OP4DD7f
xr1SU2A+vaEke2kxrCAhYZIvwsDPrEwkbzK1US4DM0nUdL1+Aul3FegzpW36sJ7F/lZ81LV90ATeA7yk
gRopyHrqFHbAMfKOqCm7S6b4TdSFT+YMb4y6ZeFybEwl832PlogaKNprT4gsCcglXNgv1m8WVoiPxdsT
Nx/LDi5H2GDCHhCELN+EL4X/GvUnA4O1ThzdtA==
———————————
PROLOG;:.zy}~àç

sELAM vE SELAM
11 Şubat 2015 saat 20:00 sıralarında (Güneş Kova da Jüpiter Aslan da.Şevat ayının 22 si)D-400 karayolu ile Tarsus Mersin otoyolu arasındaki bağlantı yolunda Özgecan ASLAN adlı kızımız Suphi ALTINDOKEN,Necmettin ALTINDÖKEN ve Fatih GÖKÇE adlı üç kişi tarafından tecavüz edilip öldürülmüş,elleri ve vücudunun bazı kesimleri kesilerek öldürülmüş ve naaşı yakılmıştır.Merhuma rahmet başta ailesi olmak üzere Türk milletine başsağlığı diliyoruz.

Bu cinayetin büyük bir vahşet ve barbarlık olmasına rağmen içinde zihin kontrol ve satanik rituel izleri de bulunmakta.Alevi kökenli olan Özgecan ın cesedi mesaj verircesine ALEVİ köyü olan Tarsus Çamalan köyü yakınlarındaki,cinlerin üstlendiği adından da belli olan,CİN DERESİ ne atılmıştır.

SATANIK RITUAL ve IKONİK TEROR izleri bulunan bu cinayet basit bir adli olay değildir.Cinayetin amaçlarından biri halkta korku yaratmaktır.

Cinayeti bahane ederek sosyal medyada Sümeyye nin trolleri İDAM İSTERÜK kampanyasına başlamışlar,AÇ KÖPEKLER PARTİSİ nin iki bakanı ve eski bakan olan bir belediye başkanı da bu kampanyaya katılmışlardır.Arkasında halk desteği olduğu halde iki eliyle bir APO yu asamayan bu partinin İDAM konusunda samimi olduğuna inanmıyoruz.Maksat İÇ GÜVENLİK PAKETİ içerisine MUHALİFLERİN İDAMI maddesini de koydurabilmektir.

AÇ KÖPEKLER PARTİSİ mensupları Şeriatı ve İslam ı bizden iyi bilirler(!) ama biz yine de bir hatırlatma yapalım:Kur’an da cinayet ve yaralamaya karşı karşılık olarak önerilen KISAS(İDAM VE YARALAMA CEZASI) teknik detayları olan bir konudur.Kısas devlet tarafından uygulanmasına rağmen maktülün veli,vasi ve mirasçılarının OYBİRLİĞİ aranır.Eğer oybirliğiyle KISAS a karar verilemezse devletin belirlediği DİYET(KAN PARASI VEYA SADAKA,hapis cezası) üzerinde anlaşılır.Bu belirlendikten sonra katillere karşı bir saldırı olursa saldırıyı yapan ağır biçimde cezalandırılır.Lütfen konuyla ilgili Bakara suresinin 178 ve 179.ayetleriyle Maide suresinin 45.ayetini iyi inceleyin.Maide suresinde de dendiği gibi ALLAH IN EMRETTİĞİYLE HÜKMETMEYENLER ZALİMLERİN TA KENDİLERİDİR.

Halkımızın ÇİPLİ KİMLİK ,ÇİPLİ EHLİYET ve İÇ GÜVENLİK PAKETİ ni meşrulaştırmak için çıkarılacak cinayet,hırsızlık ve tecavüz gibi olaylara karşı uyanık olmalı provakasyonlara gelmemelidir.

Rabbim ilmimizi arttırsın.

Ekim Beyler Konseyi (Devrimci Müslüman Büro) Adına
Ahmet Hamdi TEPEDELENLİOĞLU

24 Şubat 2016 Çarşamba

Zamanın birinde, bir devlet başkanı İngiltere'ye gitmiş.

Zamanın birinde, bir devlet başkanı İngiltere'ye gitmiş. Bu dindar ve mutaassıp devlet başkanı, otel odasında bir hatunla halvete girmiş. O arada, günlük ilaçlarını kullanmadığı için sara krizi geçirmiş. Hatun bunun üzerine, üzerindekilerle dışarıya fırlamış. Tabii yurtdışında bu ilk vak'a değilmiş. Dini bütün devlet başkanının bu merakları yabancılar tarafından iyi biliniyormuş. Zat-ı devletlerine aba altından sopa gösterip, zaman zaman hayati konularda tavizler koparırlarmış

22 Şubat 2016 Pazartesi

Kayseri deki İNTİHARIN İç Yüzü

Kayseri’de geçtiğimiz günlerde 18 yaşındaki lise öğrencisi C. B. K. polis babasının tabancasıyla başına ateş ederek intihar etti. Genç kızın arkadaşları, okulda bir öğretmeni tarafından tecavüze uğradığını iddia ederek, sosyal medyadan Vali Orhan Düzgün'e şikayette bulundular. Vali Orhan Düzgün'e yapılan bir şikayette, ": "Mustafa Eminoğlu Anadolu Lisesi'nde B.Ö. isimli öğretmen bir öğrenciye tecavüz etti. Kız intihar etti. Okulun adı çıkmasın diye kimseye söylemediler. Tecavüzcü hoca 1 hafta boyunca elini kolunu sallaya sallaya gezdi." denildi. Kayseri Valiliğinin konuyla ilgili yaptığı açıklamada, öğretmen B.Ö.’nün tutuklandığı ve olayda ihmali olduğu düşünülen Okul Müdürü E.E., Müdür Yardımcıları M.T.İ. ve A.E. ile rehber öğretmenler Z.A. ve K.C.’nin açığa alındığı bildirildi.
17 Şubat 2016'da Melikgazi İlçesi Demokrasi Mahallesi'nde meydana gelen olayda, polis memurunun kızı C. B. K., babasının beylik tabancasıyla başına ateş etti. Ağır yaralanan kız, Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Acil Servis'ine kaldırıldı. C. B.S., yapılan tüm müdahalelere karşın kurtarılmadı.
VALİ'YE ŞİKAYET ETTİLER
İntihar olayı gündemdeki sıcaklığını korurken, korkunç iddialar ortaya atıldı. Genç kızın intihar sebebinin okuldaki öğretmeni tarafından tecavüze uğradığı iddiası Kayseri gündemine bomba gibi düşerken, genç kızın okul arkadaşlarının, Vali Orhan Düzgün'e sosyal medyadan şikayette bulundukları ortaya çıktı.
"TECAVÜZCÜ HOCA KAÇTI"
Lise öğrencisi olduğu iddia edilen bir kişi tarafından Vali Orhan Düzgün'e sosyal medyadan yaşanan bu korkunç olay ile ilgili mesaj gönderildiği ortaya çıktı. Mesajda olayın vahametini ortaya koyan şu sözlere yer verildi: "Mustafa Eminoğlu Anadolu Lisesi'nde B.Ö. isimli öğretmen bir öğrenciye tecavüz etti. Kız intihar etti. Okulun adı çıkmasın diye kimseye söylemediler. Tecavüzcü hoca 1 hafta boyunca elini kolunu sallaya sallaya gezdi. C.B.K. tecavüze uğrayınca T.İ. isimli müdür yardımcısına şikayet etti. T.İ., 'Bir yolunu bulacağız' dedi ve bulmadı. Olayın üzerini kapatmaya çalışarak suç işlediler, lütfen gereğini yapın. Vali Orhan amca, yardımcı olun lütfen, okuldaki herkesin psikolojisi bozuldu. İntihar haberini duyan hoca kaçtı. Bu olayın üzeri kapanmasın Orhan amca lütfen."
KAYSERİ VALİLİĞİNDEN KONUYLA İLGİLİ AÇIKLAMA
Kayseri Valiliği, 12. Sınıf öğrencisi Cansel’in intiharı üzerine yazılı açıklama yaptı. Valiliğin açıklamasında, öğretmen B.Ö.’nün tutuklandığı ve olayda ihmali olduğu düşünülen Okul Müdürü E.E., Müdür Yardımcıları M.T.İ. ve A.E. ile rehber öğretmenler Z.A. ve K.C.’nin açığa alındığı bildirildi.
Konu ile ilgili adli ve idari soruşturmanın devam ettiği belirtilen açıklamada şu ifadeler kullanıldı:
“Kayseri İli Melikgazi ilçesindeki bir okulumuzda 12. sınıf öğrencisi Cansel B. K.’nin 17 Şubat akşamı evinde intihar ettiği bilgisi alınmıştır.  Olayla ilgili savcılığa suç duyurunda bulunulmuş ve adli soruşturma ile birlikte Maarif Müfettişlerince idari soruşturma başlatılmıştır. Cansel B. K.’nin intiharı ile bağlantılı olduğu düşünülen ve telefon kayıtlarının incelenmesi neticesinde bir süredir kendisi ile irtibatlı olduğu tespit edilen öğretmen B. Ö. yürütülen adli soruşturma sonucu 19 Şubat’ta tutuklanmıştır.
Ayrıca yürütülen idari soruşturma doğrultusunda olayda ihmali olduğu düşünülen M. E. A. Lisesi Okul Müdürü E. E., Müdür Yardımcıları M.T.İ. ve A.E. ile  rehber öğretmenler Z.A. ve K.C. görevden el çektirilerek açığa alınmıştır.”
Ali Türkaslan  / Kayseri
Odatv.com

21 Şubat 2016 Pazar

Hem milletin a.. hem de imam nikahlı karıya-MEHMET CENGİZ İN BÜYÜK SIRRI

Türkiye, Artvin halkının direnişini konuşuyor.

Bölgedeki maden faaliyetlerine, doğa katliamı yapılacağı gerekçesiyle karşı çıkan Artvinliler polisin çok sert müdahalesiyle karşı karşıya kalıyor.

Öfkenin bir başka boyutu da, maden planının arkasında Cengiz İnşaat’ın, yani sahibi Mehmet Cengiz’in olması.

Mehmet Cengiz ismini kamuoyu 17-25 Aralık sürecinde tanıdı.

Sızdırılan tapelerde “Milletin a…. koyacağız” demesi deyim yerindeyse infial yarattı.

Aslına bakılırsa, bu söz AKP döneminin rant boyutunun bir özetiydi.

Yandaşlık, akrabalık ve “din kardeşliği” adına neler yapıldığının söze dökülmüş haliydi.

Bu nedenle akıllardan çıkmadı, sembol oldu.

Şimdi Mehmet Cengiz ismi haklı olarak yeniden tartışılıyor.

Maliye Bakanlığı’nın, Mehmet Cengiz’in 424 milyon 478 bin 437 TL’lik vergi borcunu nasıl sıfırladığını ilk Odatv’den okumuştunuz.

Şimdi yine Cengiz’le ilgili hem magazin hem de siyasi tarafı olan bir iddiayı gündeme getirelim.

İddia o ki; Türkiye’nin tartıştığı Mehmet Cengiz iki eşli bir hayat sürüyor.

Buna göre; resmi nikahlı eşinin yanı sıra, bir de imam nikahlı eşi var.

Yine imam nikahlı eşinden bir çocuğu olduğu da ileri sürülüyor.

Bundandır ki, Mehmet Cengiz hayatının bir bölümünü imam nikahlı eşinin yaşadığı İstanbul Göztepe’deki evinde geçiriyor.

Peki, bu magazin haberinin siyasi boyutu ne?

Şu:

Bilen bilir, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan “özel hayat” konusunda çok titizdir.

Boşanmak isteyen kimi AKP’lileri engellediği, özel hayatını tasvip etmediği bazı isimleri Recep Tayyip Erdoğan’dan uzak tuttuğu medyaya birçok kez konu olmuştu.

Hatta…

Emine Erdoğan’ın bu tür konularda dönemin Başbakanı Erdoğan’a baskı yaptığı Wikileaks belgelerinde dahi konu edilmişti.

Hal böyleyken…

Sormadan olmaz:

Bakalım, Emine Erdoğan AKP döneminin “parlayan” işadamı Mehmet Cengiz’in bu durumuna ne diyecek?

İzmir Adnan Menderes Havalimanı ve otogar tehlikeli

İzmir Adnan Menderes Havalimanı ve otogar tehlikeli

20 Şubat 2016 Cumartesi

TAK Terör Örgütü Nedir?

TAK-Kürdistan Özgürlük Şahinleri... MOSSAD kontra örgütü. bir de FAK var o da CIA'nın kontra örgütü. FAK, Sorosgil-NGO türü operasyonları kitlesel örgütlüyor.

Benyamin Netanyahu tarafından 1976'da kurulmuş Jonathan Institue tarafından projelendirilen TAK, İzrael Bershaba askeri üssünde eğitilmiş Kürt-yahudisi özel güçler. PKK ile organik bağlantıları çok dolaylı. 1994-6'da Bekaa'da hani Doğu Perinçek, Yalçın Küçük, Dursun Karataş, İbrahim Seven, Apo başkanlarını ziyaret ettiği tarihlerde PKK'nın askeri eğitmenleri.

Yani CIA-BND-MI6-MİT labirentindeki zionist katsalar....

Türkiye'de polis şefleri Mete Altan, Hanefi Avcı, MİT'ten Bay Pipo, Mehmet Eymür ve Hakan Fidan'la kankalar bunlar... i Paralel Bağlantı dümeni ile oyun bozan Fetoşcuları temizleyen ekip, IŞİD muhabbetinin imamları... Saray'ın sadık kulları, Köşk'ün muhafızları ...

Türker ERTÜRK Paşadan şok açıklama !!!

Ankara’da 28 vatandaşın katledildiği, 61 vatandaşın yaralandığı terör saldırısı konusunda çarpıcı açıklamalarda bulunan Emekli Tuğamiral, viratrabzon yazarı Türker Ertürk, eylemin, ''Suriye'ye askeri müdahalede isteksiz olan Türk Silahlı Kuvvetleri'ni ikna etmek'' amacıyla yapılmış bir olaya benzediğini savundu. Ertürk, ''Suriye'ye müdahale edilmesini isteyen kimler varsa, son Ankara saldırısının arkasında çok kuvvetle muhtemel, onlar var'' iddiasında bulundu.
       
Olaya ilişkin açıklama yapan Ertürk, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP Hükumeti’nin Suriye konusunda bugüne kadar yaptığı ‘’feci yanlışları’’ kapatabilmek için, Suriye'ye müdahale etmek istediğini öne sürdü.  Suriye'ye müdahale edebilmenin hukuki altyapısının olmadığını, bu nedenle Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı olmadan, Suriye'ye müdahaleye yanaşmadığını vurgulayan Ertürk, ‘Erdoğan ve Hükûmetin yanında, Suudi Arabistan gibi Ortaçağ'ın karanlık güçleri de Suriye'ye müdahaleden yanadır. Son Ankara saldırısı, Suriye'ye müdahale konusunda isteksiz olan TSK'nın ve kamuoyunun ikna edilme operasyonuna benziyor’’ dedi.
‘’Suriye'ye müdahale edilmesini isteyen kimler varsa, son Ankara saldırısının arkasında çok kuvvetle muhtemel, onlar var’’ diyen Türker Ertürk, şu değerlendirmede bulundu:
‘’Hükumetin daha araştırmadan; “Saldırının arkasında YPG var” açıklaması yapması, Suriye'ye müdahale için TSK'yı ikna operasyonu olduğu kanaatini güçlendirmektedir. Şehitlerin ve yaralıların kimlikleri daha belli olmadan failin kimliğinin hemen açıklanması, şüphelerimizi doğrular mahiyettedir. Türkiye; sınırlarının güvenliğini sağlamalı, Suriye bataklığına girmemeli ve Suriye'ye yönelik hatalı politikasından derhal vazgeçmelidir. Suriye'ye müdahale etmemiz durumunda göreceğimiz zararlar, şimdi gördüklerimizi fersah fersah geçecektir.’’
Türker Ertürk, iktidardaki zihniyetin, bulunduğu yerde kalabilmek için gözünü kırpmadan savaş çıkarabileceğini iddia etti, ‘’Bugüne kadar yaptıkları, bundan sonra yapacaklarının habercisidir’’ dedi.

Global İlişkiler Forumu-Halid ÖZKUL


Emperyalizmin bir ülkeye girdiği zaman ilk bilinçli eylemi halkın tarihsel belleğini silmektir. Buna kültür emperyalizmi diyoruz, onlar ise entegrasyon diyor. NATO Stay Behind D-Day yapılanmasının original çalışma şemasını Amerikan Ordusu'nun Sahra Talimnamelerini inceleyerek ve ABD devlet yapılanmasının şemaları üzerinde çalışarak çıkarmış, gerek yurtdışı gerekse yurtiçi bilenlerine doğruluk paylarını sorduktan sonra 3 yıllık bir uğraştan sonra ancak 2010 yılında kitap olarak bastırabilmiştim.


"ABD-İzrael Global Devlet Terörü- Jonathan Institute- TRC-IIS" (SiyahBeyaz yay.) yayımladığım şema aslında Pentagon (NATO) bağlı bütün ülkelerdeki şebekenin çalışma şemasıydı. Bizde "Ergenekon" olarak adlandırıldığı ilk olarak benim tarafımdan 1992'de grafiklenmiş ve 1996 sonbaharında bilgilerin bir kısmı E. Mütercimler'e aktarılmıştı.

Ama yapılanmaların asıl beyinleri Avrupa ülkelerinde hiç dillendirilmedi, çünkü üstleri kapatıldı. Bizde ise "Susurluk Skandalı" ile baş verdiyse de üstünün kapatılması tercih edildi. Ama NATO'nun (yani ABD Globalist militarizmi) aslında her yerde. 2008'de röportajlarımda iddia ettim asıl merkez Bilkent Holding bünyesinde mevzilenmiş durumdadır, diye; adlar verdim "tık" çıkmadı. 2009'da yeni bir yapılanma beyni devraldı GİF-GRF, bu örgütü incelendiğinizde kişilerin nasıl iç içe geçtiğini izleyebilirsiniz. Şimdi bir "darbe" tezgahlanıyor. Kaşarlanmış ajan-provokatörler yine sahneye fırladı. bari bu sefer devrimci güçler kendini maydanoz olarak kullandırmasın...

19 Şubat 2016 Cuma

Cübbeli nin 90 lı yıllardan kalma ERKEK ERKEĞE görüntüsü TAYYİP ÖZEL ÖRGÜTÜ nün elinde mevcut.

Cübbeli nin 90 lı yıllardan kalma ERKEK ERKEĞE görüntüsü TAYYİP ÖZEL ÖRGÜTÜ nün elinde mevcut.


KANLI KATLİAMLARIN SORUMLULARI KİMLERDİR...-Halid ÖZKUL


SALDIRININ İÇİNDE KENDİLERİNİ ZATEN ELE VERİYORLAR YAYIM YASAĞI DA KENDİLERİNİ GARANTİYE ALMAK İÇİN.

 AÇIKLADIKLARI İLE PATLAYICI TERKİBİ TNT+RDX. UĞUR MUMCU VE PEK ÇOK AYDINA KARŞI GİRİŞİLEN ARABA VE BOMBALI SALDIRILARDA BU TERKİP KULLANILDIĞI MAHKEME TUTANAKLARINA GEÇMİŞTİR. "RDX" BİR ABD-NATO ASKERİ STANDARTI PATLAYICIDIR. YANİ ABD YARDIM OLARAK DAHİ ÜÇÜNCÜ ÜLKELERE VERMESİ SÖZ KONUSU DEĞİLDİR. 

NATO ÜYESİ OLAN BU TSK CEPHANESİNİN İÇERİĞİNİ BİLMEYEN ÜLKÜCÜLER 12 EYLÜL ÖNCESİ MİLLİYET GAZETESİNE DÜZ FİTİL İLE FIRLATINCA PATLAMAMIŞ VE ÇOK ÖNEMLİ BİR DELİL SAĞLAM ELE GEÇMİŞ İSE DE TÜRKİYE AYDINI NEDENSE İSTİHBARAT KONUSUNDA TAM CAHİL OLDUĞUNDAN KONU UNUTTURULMUŞTU.

 RDX PATLAYICI DEĞİLDİR, PATLAYICIYI GÜÇLENDİRİCİ BİR TERKİPTİR II.DÜNYA SAVAŞI SIRASINDA ABD ORDUSU TARAFINDAN KULLANILMAYA BAŞLANMIŞTIR.
 RUSYA SK. BU TİP PATLAYICI GÜÇLENDİRİCİLERİ KULLANMAZ... 

SONUÇ OLARAK SURUÇ-ANKARA1-ANKARA2 OPERASYONLARI NATO STAY BEHİND ERGENEKON TÜRÜ BİR TC MİT PROVOKASYON EYLEMLERİNİN SADECE BİRİSİDİR. SARAY-KÖŞK-MİT (EİD-GİD) ŞEBEKESİ ÇÖKERTİLMEDİKÇE TÜRKİYE HALKI DAHA ÇOK FİRE VERECEKTİR....

18 Şubat 2016 Perşembe

Ankara Patlaması Örgüt işi değil Gizli servis işi

Taşeronu ister PKK/PYD olsun ister IŞİD veya El Nusra olsun, Ankara’da yapılan terör saldırısı bir örgüt işi değil, bir istihbarat servisinin işidir.

Alanda çalışan uzmanlar örgütlerin kapasitelerini, saldırı biçimlerini, hatta hangi bombayı hangi teröristin imal ettiğine varıncaya kadar bilebilir. Bilinen terör örgütleri çoğunlukla sıkı markaj altında olduğu için böylesi sofistike eylemi yapmaları neredeyse imkansıza yakındır.

Türkiye’de son yıllarda AKP’nin yolsuzluklarını örtmek için güvenlik birimlerinin dağıtıldığı için çok büyük bir güvenlik zaafıyla karşı karşıya olduğumuz su götürmez bir gerçek. Ayrıca istihbaratın büyük oranda, istihbarat yeteneklerinden kuşku duyulan Hakan Fidan’ın yönetimindeki MİT’e bağlanarak büyük oranda yapısal bir istihbarat zaafının oluşturulduğu da gerçek. Tüm bu yapısal sorunlar yetmiyormuş gibi, terör ve istihbarat birimlerinin gerçek terör örgütleri dururken, gazetecilerin, twit atan çocukların, Erdoğan’ın düşmanlarının peşine takılıp meşgul edildiği, asli görevlerinin yaptırılmadığı da bir gerçek.

Bütün bunlara rağmen, mevcut yıkık dökük haliyle bile, eğer bu saldırı bir terör örgütünün saldırısı olsaydı istihbarat birimleri, hatta Hakan Fidan’ın yönetiminde iyice politize edilen ve istihbarat yetenekleri kurutulan MİT bile, bu saldırıyı önleyebilirdi. Çünkü bu saldırı, ortaya çıkan ayıntılara bakılacak olursa, çok büyük bir networku ilgilendiren, çok kapsamlı ön hazırlık ve çalışmalar gerektiren bir organizasyon gerektiriyor.

Şöyle ki, bomba olarak kullanılan araç çalıntı, bunun için bir ekibin bu aracı çalması gerekiyor. Zaten istihbarat kuşkuları da bu noktada başlıyor. İstihbarat servislerinin Türkiye’den lüks araçları çalarak Suriye’ye götürüp orada cihatçılara verdikleri daha önce gazetelere yansımıştı. Bu noktada patlamanın gerçekleştirildiği lüks aracın o kapsamda çalınan araçlardan biri olup olmadığı önem kazanıyor.

İkincisi, araçta kullanılan plaka İstanbul’da (muhtemelen aynı tip) bir araçta kullanılan bir plaka. Yani ikiz plaka. Bu şu anlama geliyor, öyle bir organizasyonunuz olacak ki, İstanbul’da tespit ettiğiniz bir plakanın kopyasını çıkaracaksınız, o plaka trafiğe, özellikle otobandaki plaka tanıma sistemlerine yakalanmasın diye, o plakanın kullanıldığı aynı tip ve renk bir araç çalacak ve o plakayı çaldığınız ikiz araca takacaksınız. Sadece bu operasyonu gerçekleştirmek bile tek başına haftalar aylar alan bir çalışmayı gerektirir. Bunun için ne PKK, ne IŞİD mevcut yapısıyla böylesi bir operasyonu gerçekleştirecek bir kapasiteye sahip değildir.

Üçüncüsü, bombanın patlatılması sürecini, aslında ilgilisinden başka kimsenin bilmediği, bölgede çalışan resmi görevlilerin dışında çok kişinin kullanmadığı, ara sokakta keşif yapmanız gerekiyor. O bölgede çalıştığım için bilirim sokakta, o bölgede yüzlerce kamera var. Ne zaman keşif yapsanız yapın mutlaka ama mutlaka kameralara yakalanırsınız. Eğer bu keşfi yapan bir terör örgütü sempatizanı ya da mensubu olsaydı mutlaka orada dikkat çekerdi. Bu keşfi ya uydu görüntülerinden, araçların giriş çıkış yaptığı saati takip edecek bir yöntemle yapabilirsiniz, -ki bilebildiğim kadarıyla- o bölge Google Earth’de bile karartılmış bölgeler arasında yer alıyor, ya da çok profesyonel bir ekiple aylar öncesinden yaparsınız ki çalışmalarınızı kolayca yapabilesiniz.

Dördüncüsü, eylemcinin kimliği sürpriz bir şekilde çok hızlı tespit edilerek basın ile paylaşıldı. O hurdalıktan bir eylemcinin adının çıkarılıp saatler içinde tespit edilerek paylaşılması kendi başına kuşkulu. Polis ilişkileri çözmek için yanlış isim vermediyse, eylemcinin parmak izinin poliste bulunması, tuhaf. Ayrıca polisin parmak izi tespitini o kadar kısa sürece yapabilmesi de çok mümkün değil. Ya istihbaratçılar zaten eylemciyi biliyor tanıyor, peşindelerdi ve patlama olunca bunu açıkladılar. Ki büyük olasılıkla gerçek bu yöndedir. Hatırlayın Reyhanlı bombalamasından sonra da böyle olmuştu. Ya da polis taktiği olarak o isim ortaya atıldı…

Ayrıca eğer saldırı servis araçları kırmızı ışıkta dururken yapıldıysa o ışığın elektronik devrelerle değiştirilip değiştirilmediğinden de emin olmak gerekiyor. Belli ki can kaybı yüksek olsun diye servislerin çıkış zamanında değil servisler dolup yola çıktıktan hemen sonra, kırmızı ışıkta, arkası arkasına üç servisin olduğu anda bomba patlatılmış. Bu kadar hassas bir operasyonu yapacak terör örgütü bizde yoktur…

Şu ana kadar gelen ayrıntılara bakarak yeni ayrıntılar geldikçe daha fazla şaşırmaya devam edeceğimiz belli oluyor. Görebildiğim kadarıyla bu saldırı, organizasyonu bakamından şimdiye kadar Türkiye’de yapılmış en komplike terör saldırısı.

Eğer bir terör örgütü bunu planlayacak ve uygulayacak kadar profesyonel ise artık o bir terör örgütü değil profesyonel istihbarat örgütü olmuş demektir. Ya da bizim istihbarat teşkilatlarımız hiç ama hiç bir şey yapmamış, bilerek ve isteyerek göz yummuş demektir. Başka şekilde öyle ya da böyle bu eylem mutlaka bir şekilde güvenlik birimlerinin çalışmalarına takılırdı.

Hatta daha ileri gideyim, bu eylem öyle sıradan istihbarat teşkilatların organize edebileceği bir eylem de değil. Verdiği mesaj, eylem yeri, eylem organizasyonu, eylem biçimi olarak görece gelişmiş bir istihbarat birimi tarafından yapılabilir. Eğer eylemci, Kafkas kökenli bir terörist ise bu eylemden doğrudan Rus istihbaratını işaret eder. Hatta Rus istihbaratı bu eylemin kendileri tarafından yapıldığının bilinmesi için böyle bir imza dahi bırakmış olabilirler.

Başta da söylediğim gibi, eylemi ister PKK/PYD, ister IŞİD/El Nusra yapmış olsun, bunlar sadece taşeron olabilir. Bu eylemin mimarı ya Rus İstihbaratı, ya İran İstihbaratı, ya Muhabberat, ya da Türkiye’yi savaşa sokmak isteyen içeriden veya dışarıdan güçlerin istihbarat teşkilatları tarafından yapılmış bir eylem planlamasıdır…

EMRE USLU

Süper savunma projesine kim taş koydu?


Süleyman Demirel Üniversitesi’nde (SDÜ) geliştirilen ve savaş uçaklarının füze kullanılmadan düşürülmesini hedefleyen çılgın proje, destek bulamayınca rafa kalktı.
SDÜ Öğretim Üyesi Prof. Dr. Lütfi Öksüz ve ekibi, laboratuvar ortamında yüksek enerjiyi kablosuz olarak transfer edip uzaktaki elektronik devrelerin harekete geçirilmesini sağladı. Proje ile savaş uçaklarının füze kullanmadan düşürülmesi hedefleniyordu. Ancak proje ilgi görmeyince rafa kaldırıldı.
İLGİ GÖRMEDİ
ABD’de bulunan, Rusya ve Çin gibi ülkelerin de üzerinde çalışma yaptığı sistem, SDÜ’de tamamen yerli imkanlarla oluşturuldu. Projedeki amaçlarının, yüksek enerjiyi kablosuz olarak transfer edip uzaktaki elektronik devreleri yakmak olduğunu belirten Prof. Dr. Lütfi Öksüz, “Biz bunu laboratuvar ortamında başardık. Asıl amacımız ülkemizde savunma sanayinde kullanılacak bir proje geliştirmekti. Fakat devletimiz ilgi göstermedi. Sebeplerini bilmiyoruz. Taşralı olmak ya da güvenmiyor olmak olabilir. Savunma sanayinden yetkililer geldi. Gördüler ancak destek vermediler. Bu nedenle projeyi rafa kaldırdık” dedi.
“GELİŞMİŞ ÜLKELER BUNU ÜRÜN HALİNE GETİRDİ”
ABD, Rusya ve Çin’de bu tür projelerin artık ürün haline gelmiş durumda olduğunu aktan Öksüz, “Boeing 500 metre uzaktaki binaların ışıklarını söndürmüş ya da silah sistemlerini göçerten denemeler yapmış. Rusya bu konuda oldukça iyi. Uçakları düşürüyor. Gelişmiş ülkeler bu teknolojiyi kullanıyor. Bunun arkasında sadece uçak düşürme yok. İleride uyduları düşürme de olabilir. Artık savunma sanayinde elektronik savaşların olduğu bir çağa giriyoruz. İnsanlar topla, tüfekle savaşmıyor. Belki Ortadoğu’da böyle ama Amerika’da bakıyorsunuz savunma sanayine, Nevada’dan burada bir insansız hava uçağıyla gidip istediği yeri bombalayabiliyor. Bunların altında bu tür teknolojiler var. Ülkemizde de olması gerekiyor. Dışa bağımlı olduğumuz savunma sanayinin her alanında en azından alt yapımızı oluşturmada geç de olsa belki bunları birkaç yıl sonra kullanabilir hale getirmemiz mümkün. Bunların endüstriyel hale getirilmesi devletin amaçlarından biri olmalı” şeklinde konuştu.
“DEVLET DESTEĞİ OLMADAN GELİŞTİRİLEMEZ”
Bu projenin SDÜ’nün çılgın projelerinden biri olduğunu kaydeden Prof. Dr. Lütfi Öksüz, “İlk denemelerimizde burada gördüğünüz led lambaları birkaç metre öteden yakabildik. Bu sistem 10 Ghz’lik bir frekans dalgası üreten sistem. Üretilen bu dalgayı kablosuz olarak transfer ettik ve uzaktaki lambaları yakmayı başardık. Tükettiğimiz anlık enerji 2 Gigawatt. Bunun geliştirilmesi lazım. İç dış dizaynı geliştirilmeli. Dakikada 50-60 dalga üretmek gerekiyor ki süreklilik olsun. Bunların uçaklara ya da belli sistemlere monte edilmesi için yatırım gerekiyor. Bunun için de devlet desteği gerekiyor. Devlet desteği olmadan geliştirilmesi mümkün değil. Ama savunma sanayinden ya da Aselsan’dan pozitif bir geri dönüşüm göremedik. Değişik görüşleri olabilir. Ama geç kaldık. Zaman geçiyor. Bu sistemlerle farklı uygulamalar yapılırken, bu işleri yapabilecek birkaç ülke iken, şimdi birçok ülke bu konuda çalışma yapıyor. Biz geri kalıyoruz” açıklamasında bulundu.
http://www.milliyet.com.tr/destek-bulamayan-cilgin-proje-rafa-kalkti-isparta-yerelhaber-923958/

17 Şubat 2016 Çarşamba

Adnan Kahveci Cinayetinin İç Yüzü

KAZALAR (!) “FAİLİ MEÇHUL”UN DİĞER ADIDIR

“TİLKİ ÖLDÜ, YUVASINDAKİ YAVRULARI DAĞITILABİLİR”

Adnan KAHVECİve eşi Füsun KAHVECİ, bir gazeteci dostunun evindediydiler Gazeteci Mehmet BARLAS’ın evinde o gece Güneş TANER ve eşi de bulunmaktaydı. Yemekler yendikten sonra Güneş TANER, “Hadi gelin ruh çağıralım” deyiverir. Mehmet BARLAS, “Ruh çağırma”ya inanmadığından yuvarlak masanın etrafında diğerleri toplanırlar ve harfleri, rakamları kesip bir büyük kâğıdın üzerine de yapıştırırlar. Sonra da seansa başlarlar.

Seansı Füsun KAHVECİ yönetmekteydi. Kendi aralarında birkaç soru sorup cevap aldıktan sonra, “Ruh çağırma”ya inanmayan Mehmet BARLAS, “Sorun bakalım, Fatin Rüştü Bey’in dostunun adı nedir?” der. O tarihlerde ve ondan önceki süreçte bu konu medyada hiç yer almamıştır, Mehmet BARLAS ise konuyu kendi kendine araştırmaktadır. Fincan harfleri dolaşmaya başlar, V, E, S, A, M, E, T harflerini dolaşıp durur. Füsun KAHVECİ “Vesamet” der. Mehmet BARLAS şaşırmıştır. Füsun KAHVECİ, bir başka soru sorara: “Turgut ÖZAL iyileşecek mi?”. Fincan yeniden dolaşmaya başlar. Ö,Y,L,E, B,İ,R,İ,Y,O,K… Ortaya “Öyle biri yok” cümlesi çıkmıştır.

Füsun KAHVECİ bir soru daha sorar; “Adnan KAHVECİ Başbakan olacak mı?” Fincan yine dolaşmaya başlar: Ö,Y,L, E, B, İ, R, İ, Y, O, K. Cevap yine aynıdır: “Öyle biri yok”… Füsun KAHVECİ başta olmak üzere hepsi şoka girerler… O gece Mehmet BARLAS’ın evinden ayrılırken hemen hepsi aynı şeyi düşünmektedir, ama bir birlerine bunu söyleyemezler. “Bunun anlamı nedir: Yoksa…”

Eve gittiklerinde olayın hala etkisinde olan Füsun KAHVECİ, Adnan KAHVECİ’ye:

– Kendine dikkat et Adnan, kendini koru, korumaları geri göndermeyi, onları atlatmayı da bırak.

– Nereden çıktı şimdi bu Füsun KAHVECİ?

– Hem seni için hem de Turgut ÖZAL için “Öyle biri yok” çıktı Adnan, bu “Bunlar öldü” anlamındadır…

– Füsun, oynadık, eğlendik, bitti… Eğer gerçekler ve gelecek fincanların seyahatiyle bilinecek olsaydı dünya üzerinde en çok üretilen ama buna rağmen en pahalı olan şey fincan olurdu…

– Adnan, ben de bazı şeyler hissediyorum uzun süredir, sana da aktarmıyorum ama ne çektiğimi bir ben bir de Allah bilir… Hep hissettiğim şu, bir birlikte can vereceğiz, hem de ailece…

– Daha iyi ya, hep birlikte Haak’ka yürürüz, geride kimse kalmadığından üzülen de olmaz…

– Üfffff Adnan üfffff…

– Hadi sıkma canını, biz daha çok yaşarız birlikte inşAllah ama sen beni kendi ellerinle kıskançlıktan öldürmezsen…

– Adnan, o konuyu hiç açma, kapattık, hem de sonsuza kadar…

– Şakaydı Füsun, şaka, sadece şaka…

Nereden bilebilirlerdi ki o saatlerde Büyük Britanya İmparatorluğu’nun MI-6 merkezinde Lord Peter CARLINGTON un da katıldığı bir üst düzey toplantıda hem Turgut ÖZAL’ın, Adnan KAHVECİ’nin ve Orgeneral Eşref BİTLİS’in kalemlerinin kırıldığını.

Gerekçe nettir; Commonwealth’in gizli tek üyesi Türkiye’de bazı haddini bilmezler MİLLİ ve ONURLU bazı planlar yapmaktadır ve bunları da başarıyla uygulamaktadır. Kontrol edilemez unsurlar temizlenmelidir. Konu MI-6’in üst düzeyi tarafından CIA, MOSSAD ve BND ile de paylaşılır. Organizasyon’un başına BND’nin Ortadoğu Sorumlusu Gerhardt Lehmann(asagida) getirilir. Gerhardt Lehmann, haberalma örgütleri arasında günümüzün James Bond’u olarak bilinmektedir.

gerhard-lehmann

ÖZAL, Adnan KAHVECİ’yi köşke çağırdığında günlerden 25 Ocak 1993 Pazartesi’dir. Geç saatlerde köşktedir.

– Adnan, artık zamanı geldi sanırım. Verdiğin süre Şubat’ın 15’inde doluyor. Aslında beklemeye bile gerek yok ama tüm bilim adamları villadaymış. Sen hazırlıklarını yap ve ekibini ayarla. Ekibinde kimler olacağına sen karar ver. Bilgisayarcıları doğruca Okluk Koyu’ndaki mekâna götür. Özel Harekât ve şirket orada tedbirlerini aldılar. Gelenler orada bir süre dinlensin ve Türkiye’ye intibak etsin, bilgilendirilsinler sonrası gelir.

– Sayın ÖZAL, Şubat başında İstanbul’da olmayı düşünüyorum. Önemli bir görüşmem var. İstanbul’dan yola çıkarım, dönüşte Türkiye’ye farklı bir yolla gelmek istiyorum. bilim adamlarını, mümkünse teker teker Okluk’a götürmeliyim. Orada da bir arada bulundurmayalım diyorum. Bölelim… En az üç ekip yapalım…

– Adnan, bütün planlamayı sen yap, İsmail sana yardımcı olacaktır. Bak işte sana tahsis ettiğim uçağı Eşref Paşa’ya göndermeseydin onu da kullanırdık.

– Gerek yok Sayın ÖZAL, Eşref Paşa ile “Kürt Raporu”nu hazırlarken çok uzun süreler sohbet ettik, benim 10 özel uçağa ihtiyacım var diyeyim ne yapar eder, bulur ve bana gönderir.

– Bak buna sevindim. Benim müstakbel Genelkurmay Başkanım ile anlaşmanızdan mutlu oldum.

– İsabet olur Sayın ÖZAL Eşref Paşa o makama yakışır ve o makamın da hakkını verir. Allah’tan başka kimseden korkmayan ve kadere büyük bir imanla bağlı bir insan. “Rızkım varsa yaşarım, kesilirse ölürüm. Bütün amaç, rızkımız kesilinceye kadar onurla ve sadakatle bu devlete ve bu millete hizmet etmektir” der her zaman…

– Adnan benden bir isteğin var mı? Planlamalarında benim müdahil olmama gereken bir yer?

-Yok Sayın ÖZAL, her şeyi ayrıntıları ile düşündüm ve planladım. Bundan sonra Allah’ın iznine bağlı…

– Amenna Adnan, Amenna… Ben de yarın ABD’ye gidiyorum. Sağlıkla ilgili konular var, görüşmeler var… Bir de çok önemli bir randevum var…

– Allah yardımcınız olsun, Allah’a emanet olun…

– Amin Adnan, Merhum Uğur Bey’den (MUMCU) sonra sana daha çok dikkat etmemiz gerekir. “Kürt Raporu”nu hazırlamadan uzun uzun görüşmüşsünüz. Merhum çok ciddi bilgilere sahipti, bana gönderdiklerini de yanımda götürüyorum. Yolda bakacağım. ABD’deki o önemli görüşmeden önce onları incelemem gerek…

– Allah rahmet eylesin. Çok büyük bir kayıp, aynı zamanda da hepimize ciddi bir gözdağı. Ve sadece ben değil siz de, Eşref Paşa’da, Kürt konusunu samimiyetle ve milli olarak çözmeye çalışan herkes tehlikede…

– Haklısın… Adnan, sen neyle gideceksin İstanbul’a?

– Şahsi arabamla, ailemle birlikte; belki bizim en büyük kalır Ankara’da.

– Bir türlü milletvekili ve bakan imkânlarını kullanmadın Adnan, aslında bu tavrın hoşuma gitmiyor da değil. Ama kendine bu aralar daha çok dikkat et. Sana tahsis edilen korumaları da geri gönderiyorsun…

– Kader, hayr ve şer Allah’tandır Sayın ÖZAL, bunları siz benden daha iyi bilirsiniz…

– İyi de evladım, bu ara üstlendiğin bu iş, çok zor…

– Başka bir emriniz var mı Sayın Cumhurbaşkanım?

– Yok evladım, Füsun’a da selam söyle çocuklarının da gözlerinden öp benim için…

– Sağ olun Sayın ÖZAL…

Adnan KAHVECİ, ÖZAL’ın ABD’ye gidişinden sonra planlamaları gözden geçirir. 08 Şubat 1993 Pazartesi günü İstanbul’dan yurtdışına çıkmaya karar verir. Ancak 06 Şubat 1993 günü Alev’in doğum günüdür. O gün onunla birlikte olmak ister. Füsun KAHVECİ ile konuşur ve 05 Şubat 1993 günü İstanbul’da olmayı planlarlar.

Adnan KAHVECİ telefon ajandasında 15-16 bin insanın telefonunu bulunduran ve bu numaralardan o dostları ile sık sık görüşen biridir. Toplumla ve halkla iç içedir. Sanat camiasından da pek çok seveni vardır. Tekin AKMANSOY da bunlardan biridir. 04 Şubat 1993 gecesi ailece Tekin Bey’in evindeydiler.

KAHVECİ, Tekin Beylere gelmeden önce İstanbul’dan Alev i (Alev KARACA)aramış ve 05 Şubat günü İstanbul’da olacağını bildirmiştir. Tekin AKMANSOY’un ailesi ile birlikte yemek yediler, gelişen siyasi olayları farklı bir pencereden kısaca değerlendirdiler ve sonra sanat ve sanatçılar konusunda ivedilikle yapılması gerekenleri tartışmaya başladılar. Sohbet koyudur ama sonunda saat 23:45 sularında vedalaşarak ayrılırlar, evlerine hareket ederler. Çıkmadan önce Tekin AKMANSOYa, gitmemeleri ve hatta o gece kendilerinde kalmaları konusunda ısrar etmiştir ama nafile. Evden de eşyalarını yüklerler, Adnan KAHVECİ içinde bazı önemli mali projeler, iki önemli buluşunun patent başvuru yazışmalarının ve “Bulgaristan Virüs Enstitüsü”nden transfer edilecek bilim adamlarının bazı özel bilgilerini içeren dokümanların ve bazı bilgisayar zarf disketlerinin bulunduğu, açık kahverengi, genişçe evrak çantasını da arabanın bagajına yerleştirir ve dört kişi yol çıkarlar. Çantadaki disklerde, dört önemli yazılım vardır:

Elektronik Seçim Sistemi, Muhasebe de Yapan Akıllı Yazar Kasa, Kara Para ve Kayıt Dışı Servet Takip Programı, Türk Hava Sahasını Tamamıyla Kaplayacak Elektronik Şemsiye Programı.

Adnan KAHVECİ, Füsun KAHVECİ, kızı ve küçük oğlu araçtadır. Büyük oğlu ise Ankara’da kalır.

Adnan KAHVECİ Türkiye’de “Emniyet Kemeri” zorunluluğunu getirenlerin başındadır. Trafikteki davranışları da bu tercihi ile uygundur. Kırmızı renkli sedan Toyota Corolla’ları ile yola çıkarlar. Adnan KAHVECİ en uygun yerde dahi 90 Km üzerine çıkmamaktadır, sefer sürati ortalama 80 Km’dir. Bolu Gerede’ye kadar genellikle yeni yapılmış otoyolda seyahat eden Adnan KAHVECİ ve ailesi 05 Şubat 1993 sabahı saat 05:48 de Bolu-Gerede yakınlarındadır. Hava soğuk ve sislidir. Yerde gizli buzlanma da vardır. Çevrede yağmış olan karlar hala durmaktadır. Yaklaşık 30 Km geride Otoban’dan çıkmış normal yolda seyahat etmişlerdir. Ancak, 30 Km sonra, Gerede’ye 12 Km kala, nereden çıktığı belli olmayan ancak her ikisi de iyi giyimli ve uzun boylu iki trafik polisi kendilerini “Gizli Buzlanma” konusunda uyarmış, 12 Km sonra da tabelaları takip ederlerse yine Otoban’a girebileceklerini söylemiştir. Adnan KAHVECİ, o yolun bitirilmesini km-km takip eden biridir. O sabah saat 09:00’da da yol resmen trafiğe açılacaktır. İçinden “Tören hazırlıklarını yine abartmış olmalılar” diye geçirir. Polislerin tarif ettikleri yere geldiklerinde yol işaretlerinin geçici olarak yerleştirildiklerini, ancak bir mantık silsilesi takip etmediğini fark eder. İşaretlet kendilerini karşıdan geliş yönüne doğru yönlendirmektedir. Kendilerinin gitmesi gerektiği yönde de görünürde bir şey yoktur. Adnan KAHVECİ o sırada yolun kenarında kasasında seyyar trafik işaretleri bulunan koyu sarı bir pikap görür. Pikabın yanında bir adam fark eder. Aracını yanaştırır ve sorar: “İstanbul’a gidiş istikameti bu mu, doğru mu?”. “Evet” der adam:

– Yolda ciddi buzlanma var, gidiş-geliş bu kulvardandır, diğer şeritler ve gerçek gidiş şeridinde buzlanma yoğun. Trafik de olmadığından, rahatça gidersiniz, 4 km sonra trafik işaretleri sizi tekrar gidiş istikametine aktarır.

Bolu-Gerede-Çaydurt otoyoluna girerler. Aynı anda kendisinden bilgi aldıkları kişi merkeze elindeki telsizle şu mesajı geçer, “Trafik işaretleri yerleştirildi, çevrede tek tilki görüldü, az önce size doğru yöneldi.” Karşıdan hiç ses gelmez, sadece üç mandal sesi işitilir. Bunun anlamı “Alındı, anlaşıldı” demektir. Adam elindeki telsizi kapatır ve pikabın şoför mahalline geçip karanlıkta kaybolur. Telsiz tek kullanımlıktır. Tek bir cümle ve sonra, telsize gerek yoktur. Saat 04:00 itibarı ile otoyolun Ankara’ya gidiş trafiği işgüzarlar tarafından açılmıştır. Yoğun sis içinde ilerleyen Toyota-Corolla’da sadece kızları uykudadır. KAHVECİLER’in küçük oğlu da son konuşma esnasında uyanmıştır, gözleri hafif aralıktır. Füsun KAHVECİ eşinin yanındadır. Kısa bir süre sonra Füsun KAHVECİ kollarını iki yana açarak bağırır “Adnan dikkat, karşıdan…” Çarpışma gerçekleşir. Karşıdan gelen araç, Toyota Corolla ile kafa kafaya çarpışmıştır, gelen aracın sürati çok yüksektir. Kaza anında küçük oğlu sol kapının açılması ile araçtan fırlamıştır, yolun kenarında yatmaktadır. Diğerleri ise yaralıdır, ancak hareket edememektedirler. Sadece Füsun KAHVECİ Adnan KAHVECİ’ye:

– Ruh çağırdığımızda “Öyle biri yok” diye yazmıştı, der.

Kazanın üzerinden 13-14 dakika geçmiştir. Gelen-giden tek araç yoktur. Küçük oğlu yolun kenarında soğukta gelen-giden yolu gözlemektedir. Zaman zaman da gözleri kapanmaktadır. O sırada karşıdan dev damperli bir kamyon gelir, Astaldi Firması’na aittir. Kamyon kaza yerinin yanında durur.

İçinden uzun boylu, genç, iri yapılı, sarışın bir Alman iner, adı Gerhardt Lehmann’dir. Adnan KAHVECİ’nin aracına yaklaşır, Adnan KAHVECİ’ye bakar, sıkışma yoktur ama darbe ölümcüldür. Boynuna parmaklarını koyar, nabız yoktur.



– Bize gerek kalmadı, bu araç gerekeni yapmış, dedikten sonra aracın etrafında dikkatlice dolaşır, elindeki küçük el feneri ile bir şeyler aramaktadır. Sonunda bagajı oradan bulduğu bir levye ile açar ve Adnan KAHVECİ’nin kahverengi evrak çantasını bulur, yanına alır ve kamyona biner, uzaklaşır.

Kazanın üzerinden yaklaşık 21 dakika geçmiştir ki, yanlarından toplam dokuz-on araç geçmesine rağmen kimse durmamaktadır. Bazıları yoldaki enkaz parçalarına çarpmakta, buna rağmen durmamaktadırlar. Karşı taraftan gelen bir kamyon kaza yerini görür ve durur, şoförü aşağıya iner. Araçların etrafında dolaşır ve aracın yanına yaklaşmış 10 yaşlarında bir erkek çocuk görür. Yanına yaklaşır;

– Kaza yaptık, bize yardım gönder, babam Adnan KAHVECİ, eski maliye bakanı ben de oğluyum, der…

Kamyoncu, çocuğa ilk yardım bile yapmadan kamyonuna biner ve hızla en yakın telefona ulaşmaya çalışır.

Türkiye’de kazadan hiç kimsenin henüz haberi yoktur ancak Ankara’da olaydan tam 35 dakika sonra bağlı bulunduğu başkente bir kripto gönderen Büyükelçi, mutluluktan adeta uçmaktadır. Kripto da “Tilki öldü, yuvasındaki yavruları dağıtılabilir.” Yazmaktadır. Bu kriptodan sonra üç büyükelçilik daha birbiri ardına kriptoları başkentlerine gönderirler, içerik hemen hemen aynıdır…

Aynı saatlerde Roma yakınındaki Ostia kasabasında birleşik görev gücü bir operasyon yapmaktadır. Türkiye’ye getirilecek bilgisayar virüs yazılımcısı bilim insanları teker teker özel araçlarına yerleştirilmekte ve meçhule doğru götürülmektedirler. Tam o sırada Serge’e SİSMİ’nin başkanından bir mesaj gelir. “Dostunu öldürdüler, villadaki bilim adamlarını paketlediler. Sessiz ve sakin ol.” Bu mesaj Serge’e evinde ulaştığında TSİ saat 06:54’tür.

Adnan KAHVECİve ailesinin ölümü Turgut ÖZAL’a ABD’de iletilir, olayın üzerinden 5,5 saat geçtikten sonra. Turgut ÖZAL’ın ilk tepkisi şu olur: “Planlar ve uygulamalar ilk kurbanını aldı. Bunun gerisi de gelir. Sıra bende”. Turgut ÖZAL, Devlet Denetleme Kurulu’na ilk talimatı ABD’den verir. “Olayı bütün yönleri ile araştırın, her şeyi didik didik edin.” Ancak… İşte o kadar, ancak… O dönemde Devlet Denetleme Kurulu’nda bulunan ve kök olarak şirketin elemanı olan şahsiyet herkesin gözünden kaçmıştır.

Turgut ÖZAL Türkiye’ye döndüğünden bir gün önce Adnan KAHVECİ ile eşi Füsun toprağa verilmiştir bile…

16 Şubat 2016 Salı

SOY KODUMUZLA FİŞLENİYORUZ !!!!

İçişleri Bakanlığı’nın 2016 yılı bütçesi, geçen yıla oranla 7 milyar TL artarak 35 milyar 79 milyon 559 TL’ye yükseldi. İçişleri Bakanı Efkan Ala, iç güvenlik paketi kapsamında 331 arama ve 79 gözaltı kararı verildiğini, 521 kişinin gözaltına alındığını, 53’ünün tutuklandığını söyledi. Fişleme iddialarını yanıtlarken Ala, herkesin soy kodu olduğunu açıkladı.

Plan ve Bütçe Komisyonu’nda tartışmalarla kabul edilen bütçede, en büyük payı, 21 milyar 140 milyon TL ile Emniyet Genel Müdürlüğü aldı. Ala, geçen yılki konuşmasında emniyete alınan TOMA, Cobra, Kirpi, Ejder gibi zırhlı araç alımlarına ilişkin bilgi paylaşırken bu yıl ayrıntı vermedi. Güneydoğu’da yaşanan çatışmalara değinmeyen Ala, “Ülkemiz yakın dönemde ‘sessiz bir devrim’ yaşamıştır” dedi. HDP’li Hüda Kaya, anne karnında çocukların öldürüldüğünü belirterek, “Evet sessiz devrim yaşandı. Vahşette, zulümde, adaletsizlikte” dedi.


Ala, HDP’li Garo Paylan’ın “Nüfusta vatandaşlara soy kodu verildiği, Ermenilerin kodunun 2 olduğuna” ilişkin soruya verdiği yanıtta, fişleme iddialarını dolaylı olarak doğruladı. Ala, “Mernis sistemiyle ilgili. Herkesin kodu var” dedi. Paylan, “Benim neye göre 2” diye sorarken Ala, devlette herkesin kodu olduğunu söyledi.

Artvin doğası için direniyor !!


artvin’in kafkasör yaylası cerattepe bölgesinde madencilik faaliyetlerine karşı çıkan artvin halkının mücadelesi devam ediyor. akşam saatlerinde cerattepe bölgesine askerlerle müdahale olacağı duyumunu alan yeşil artvin derneği, sivil toplum örgütleriye bir araya geldi, yaklaşık 2 bin kişi, cerattepe yolunu ulaşıma kapatarak beklemeye başladı.

maden çıkartılacak yer tam da şehrin çatısında ve hatila vadisi milli parkına sınır , doğal yaşlı ormanların göbeğinde bulunuyor.

artvin cerattepe nerede

1990’lı yıllar kanada’lı cominco madencilik dönemi olarak geçiyor. cominco madencilik ruhsat haklarını 2002 yılında yine kanada’lı inmet mining’e devir ediyor ve ikinci dönem başlıyor. inmet mining’in cerattepe’de galeri çalışmasına başlaması ile çevresel etkiler yeniden ortaya çıkıyor ve ilk kez yeşil artvin derneği ile artvin barosu tarafından ruhsatın iptali için dava açılıyor. yapılan yargılama sonundan rize idare mahkemesinin verdiği iptal kararları danıştay tarafından da onaylanıyor ve maden şirketi 2009 yılında artvin’i terk etme kararı alıyor.

enerji ve tabii kaynaklar bakanlığının 2012 yılında cerattepe ve genya dağı ruhsat alanlarının yeniden ihale edileceğini ilan etmesi ile cerattepe’de üçüncü dönem başlıyor.

artvin cerattepe hangi maden var

ihaleyi alan maden şirketi 2013 yılında bir çok değişiklikten sonra çed olumlu kararı alınca 283 kişi ile bu kararın iptali için dava açıyor. 2014 yılı temmuz ayında yapılan keşiften sonra rapor düzenleyen 7 bilim adamı 35 sayfalık raporlarında çok kesin ifadelerle; artvin halkının bir tercihle karşı karşıya olduğunu, ruhsat alanının ve şehir merkezinin ya bu haliyle korunacağını, ya da madenciliğe açılacağını, ikisinin bir arada olamayacağını, alınması düşünülen tedbirlerin esasen riski ortadan kaldırmasının mümkün olmadığını belirtmişlerdir. bilirkişilerin bu raporundan sonra rize idare mahkemesi 2014 yılı sonunda çed olumlu kararının iptaline karar vermiş ve bu kararında projenin uygulanması halinde artvin şehir merkezinin ve korunan alanların yaşam alanı olmaktan çıkacağına karar vermiştir. mahkeme kararı esasen çed raporundaki eksikliklerden ve bunların tamamlanması gerektiğinden bahsetmemiş madencilik için seçilen alanın yanlış olduğunu, bu alanda madencilik yapılamayacağını belirtmiştir. mahkeme kararı davalılar tarafından temyiz edilmiş, kararın yürütmesinin durdurulması da talep edilmiş ancak danıştay 14. dairesi bu talebi de 2015 yılı mayıs ayı itibariyle reddetmiştir. dosya halen temyiz aşamasındadır.

mahkeme kararının kesinleşmesi beklenirken 11.06.2015 tarihinde yeni çed olumlu kararı askıya çıkarılmış, yeni dava süreci de bu şekilde başlamıştır. ancak yeni çed raporu, çed prosedürüne bağlı olmaksızın eski çevre ve orman bakanlığı tarafından çıkarılan 2009/7 genelgesi kapsamında hazırlanmıştır.

maden şirketinin aldığı izinlerle cerattepe’de tahsis edilen orman alanlarını teslim almak üzere alana çıkma girişiminin öğrenilmesinden sonra yeşil artvin derneği öncülüğünde yapılan toplantılarda cerattepe’de orman kesiminin ve maden şirketinin alana çıkmasının önlenmesinin yaşamsal önem taşıdığı, çevreyi korumanın her vatandaşın görevi olduğu temel ilkesinden hareketle ve bu görev bilinciyle cerattepe’de nöbet tutmaya başlama kararı verilmiştir. nöbet tutma hemen her köyden ve doğaseverlerin katılımı ile sürdürülmektedir.

artvin cerattepe altın madeni

bu arada yeniden dava açma hazırlıkları tamamlanmış, 1 aylık süre dolmadan 751 kişi tarafından 61 avukatın görev aldığı cerattepe davası türkiye’nin en büyük çevre davası olarak açılmıştır. davacılar arasında türkiye barolar birliği ile tmmob’a bağlı bir çok oda, siyasi partiler, meslek odaları, sendikalar, çevre örgütleri, sivil toplum örgütleri, artvin dernekleri yer almaktadır.

bu bağlamda derneğimiz artvin temsilciliği olarak artvin ilindeki üyelerimizle birlikte artvin’lilere destek eylemi gerçekleştirilmiştir.

15 Şubat 2016 Pazartesi

İkinci Kubilay'ımızın ruhu şad'olsun.




Sözde cihatçı, Suudi beslemesi şeriatçı katiller, Suriye sınırında namusumuzu bekleyen kardeşimizin başını kestiler!!!

Yeni Şafak muhabiri Yılmaz Bilgen ve Star muhabiri Kemal Gümüş 10 Şubat'ta yazdıkları mesajlarda "Yayladağı-Güveçci Sınır Karakolunda askerlerin yakaladığı Suriyelilere yönelik işkenceleri sürüyor. Biri buna Allah için acilen dur demeli.", "Yayladağı Güveççi sınır karakolunda Suriyelilere işkence yapıldığına dair görüntüler bana da ulaştı" diye paylaşımlar yaptılar. Bu paylaşımları ile, Suriye sınırındaki Karakollarda görev yapan kardeşlerimizi, analarının, eşlerinin, çocuklarının en değerli varlıkları kahraman askerlerimizi hedef gösteriler.

Bu mesajlardan 4 gün sonra hedef gösterilen karakola saldırı düzenlendi.

14 Şubat 2016 tarihinde saat 19.15 sularında Hatay/Yayladağı Görentaş Hudut Karakolu’nda görevli askerlerimize, Suriye sınırından Türkiye’ye sızan bir grupla saldırı düzenledi. Saldırıda, daha önce Denizli Pamukkale'de garsonluk yapan ve 6 aydır sözleşmeli uzman çavuş olarak bölgede bulunan 23 yaşındaki Uzman Çavuş Mustafa Uygun "başı kesilerek" şehit edildi.

Cinayeti, kendilerini cihatçı olarak adlandırılan Suriyeli şeriatçı terör grupları "intikam" adı altında üstlendi.

Bu devlet, bu millet bunun hesabını soracak. Mehmetçiğin kafasını kesen köpekler, geçmişte dedelerinin uğradığı akıbetten çok daha ağır bir hezimete uğrayacak. Bunlara karşı en ufak bir acıma ya da hoşgörü uygulanmayacak.

13 Şubat 2016 Cumartesi

Kur’an a Göre Namaz-Ahmet Hamdi TEPEDELENLİOĞLU


Selam ve Selam
Hadis ve Sünnet kaynaklarındaki yüzlerce çelişkiyi, saçmalıkları, palavraları eleştirdiğimizde onların savunucuları bize sürekli olarak şu eleştiride bulunmaktadırlar: “Hadisler olmazsa namazı nasıl kılacağımızı nereden öğreneceğiz?”

Daha önceki bir konuşmamda hadis kitaplarına göre namaz kılmanın mümkün olmadığını delilleriyle isbat ettim… Hadislere göre namaz uyduran mezhepler arasında da büyük farklılıklar olduğunu gösterdim. Bu makalede ise Kuran’da namazla ilgili geçen 60-70 ayeti incelememi sizinle paylaşıyorum. Siz de benzeri bir araştırma yapınız ve Kuran’a göre aklınızın ışığında namazı öğrenin. Peygambere en iğrenç hakaretleri ve akla zarar saçmalıkları içeren uyduruk hadis kitapları yerine aklın ışığında Kuran’ın ayetlerini izleyiniz.

Namazın Amacı

Namaz kılmak, sıkça zekatla ve muhtaçlara yardım etmekle birlikte anılarak namaz kılan kişinin toplumsal bilinç ve sorumluluğa sahip olması vurgulanır (2:43,83,110; 4:77, 22:78; 107:1-7). Namaz sadece Allah’ı anmak için kılınır (6:162; 20:14). Bu özel anma ve iletişim ibadeti gözetilirken dış dünya ile ilişkiler minimuma indirilmeli (4:101-103). Namaz, müslümanları günahlardan ve başkalarına zarar vermekten alıkoyar (29:45). Namaz hayat boyu gözetilecek bir görevdir (70:23).

Abdest

Namaz kılmak için abdestli olmak gerekir (4:43; 5:6). Yüzler yıkanır, eller dirseklere kadar, başlar meshedilir, ayaklar da. Ayetlerdeki ifade, ayakların hem yıkanabileceği ve hem meshedilebileceği biçimde anlaşılır (nitekim bunu bir önceki cümleyle yansıtmaya çalıştık). Böylece, duruma ve mevsime göre bize serbestlik/ruhsat tanınır. Abdesti sadece cinsel ilişkide bulunmak , tuvalet ihtiyacını gidermek,önden veya arkadan birşey çıkması(Gaita) bozar; kanamak, kadınlarla tokalaşmak namaza engel olmaz (5:6; 2:222). Su bulunmazsa, namaza zihinsel olarak hazırlanmak için temiz bir zemine dokunularak yüzler ve eller meshedilir (5:6).

Giyim

Namaz için örtünme diye bir koşul yoktur. Odasında kendi başına veya eşiyle birlikte namaz kılan biri dilerse çırılçıplak namaz kılabilir. Allah (c.c) bizi elbiselerimize göre değerlendirmez ve bizim saklamaya çalıştığımız organları yaratan ve çalıştıran da kendisi olduğundan onları görmekten mahcup olmaz.
Adem a.s ve eşinin bahçedeki tavırları, suç işleyerek bedenlendikleri için, suçluluk psikolojisiyle gösterdikleri bir refleksti. Aradan milyonlarca yıl geçmiş ve bu suç herkese ayan beyan olmuştur! Ayrıca, örtü olarak kullanılan pamuk, yün, naylon gibi nesnelerin çıplak vücutları meleklerden gizleyeceği biçimindeki yaygın inanış da temelsiz. Bizim çıplak vücudumuz meleklerin umurunda bile olmaz. Kaldı ki, banyolardan veya yatak odalarından melekler kaçmaz. Onlar her an bizim hizmetimizdedirler ve yaptıklarımızı her an kaydetmektedirler. Ayrıca, namazda muhatabımız melekler değil, Allah’tır. Örtünme toplumsal bir gereksinme olup kişiyi cinsel ve duygusal ilişkilerde diğerlerinden koruma amacını güder. (7:26,31; 24:31; 33:59).

Kıble

Kıble (yöntem) genel strateji anlamına gelir. İbrahim peygamberin kurduğu Sınırlanmış Mescid tevhid mesajının ve yönteminin bir odak noktasıdır (2:125, 143-150; 22:26). Bu yöntemin coğrafi mekanında ötesinde olduğu anlaşılıyor (2:115).

Rekat Sayısı

Tehlike ve korku gibi olağanüstü hallerde kısaltılması öğütlenen namaz bir rekat olunca normal koşullarda kılınan namaz en az iki rekat olmalı ve namazda dış dünya ile irtibatı minimuma indirmeli (4:101-103). Cuma namazının sadece iki rekat olması ilginçtir. Bu namaz her hafta topluca tekrarlandığı için rekat sayısına zam yapılamamıştır. Cuma namazı dışında, cemaatle kılınmayan namazların rekat sayıları çeşitli biçimlerde zamma uğramıştır.

Ritüel

Namazı ayakta durarak kılmaya başlamalı (2:238; 3:39; 4:102) ve özel durumlar hariç durulan yerden hareket edilmemeli (2:239). Namazda eğilerek yere kapanmalı (rüku ve secde) böylece Allah’a teslimiyet fiziksel olarak da bildirilmeli (3:43; 4:102; 22:26; 38:24; 48:29). Herhangi bir korku durumunda ayakta durma ve eğilerek yere kapanma koşulu aranmaz (2:239).

Okuma/Kıraat

Namazda okuduğumuz duanın anlamını namaz anında bilmeli ve Allah ile konuştuğumuzun bilincinde olmalıyız (4:43). Namazları huşu içerisinde kılmalı (23:2). İhtiyacımıza ve içinde bulunduğumuz duruma uygun olarak Allah’ın herhangi bir ismini (sıfatını) zikredebiliriz (17:111). Namazda Allah’tan başkasını anmak namazın amacıyla çelişir (6:162; 20:14; 29:45). Namazda Allah’ı anmalı, övmeli, yüceltmeli, tesbih etmeli ve sadece O’ndan yardım istemeli (1:1-7; 20:14; 17:111; 29:45; 2:45). Fatiha suresi baştan sona Allah’ı muhatap alan bir dua niteliğinde olan biricik sure olup değişik dilleri konuşanların topluca namaz kılabilmelerini sağlayabilmesi açısından uygundur (62:9-11; 4:101-103). Namazlarda orta bir sesle okumalı ve namazlar ne özellikle gizlenmeli ne de gösteriş amacıyla açıkta kılınmalıdır (17:110). Toplu namaz kılınırsa, namaza önderlik eden kişinin orta bir ses tonuyla okuduğu dua dinlenmeli (7:204; 17:110). Otururken “ettahiyyatü” denilen duayı okumamalı; zira bu dua Muhammed peygamber sanki herşeye nazır ve hazır bir tanrıymış gibi bir hitap içermekte ve Allah’tan başkalarını anmaktadır. İlla birşey okunmak dilenirse, Allah’ın birliğine şahadet getirilebilir veya herhangi bir dua yapılabilir.

Cuma/Cemaat Namazı

Kadın-erkek tüm gerçeği onaylayanlar haftada bir Cuma (toplantı) günü öğle namazına açık bir duyuru(Ezan) ile çağrılır ve namazı erkek veya kadın bir müslümanın önderliğinde topluca gözettikten sonra herkes tekrar işine döner (62:9-11). Duyuru/ezan Allah’ı anmaya bir çağrı olup başka isimler zikredilmez (72:18-20). Hutbe namazın bir parçası olmayıp toplantıdan yararlanılarak yapılan bazı hatırlatmalar ve güzel öğütlerden ibarettir. Mescitler (camiler) sadece Allah’a özgülenmeli. Allah’ın ismi bir levhaya asılmışsa O’nun ismi yanında hiçbir ismi özellikle yerleştirmemeli (72:18-20). Mescitler topluma açık yerler oldukları için mescitlere gidenler temiz ve güzel giyinmeli. (7:31).

Cenaze namazı olarak bilinen dua, bir namaz değil aslında. Dileğe bağlı bir duadır. Allah’a ortak koşmadan ölmüş olanları hayırla anıp geride kalmış yakınlarına destek verme amacını güder (9:84).

Vakitler

Gecenin gündüzün iki ucuna yakın bölümlerinde gözetilmesi gereken Sabah (Fecr: 24:58; 11:114) ve Akşam namazlarıyla (İşa: 24:58; 17:78; 11:114; 38:32) güneşin sabah ile akşam arasında olduğu, yani öğle vaktinde kılınan Orta (Vusta: 2:238) namazı olmak üzere üç vakit namaz mevcuttur.

Kuran’da sadece üç namazın ismi geçer. Bir başka deyişle, “salat” (namaz) kelimesi, zaman bildiren üç tanımlayıcı kelime ile birlikte anılır.

Salat-el Fecri-SABAH NAMAZI (24:58; 11:114).
Salat-el İşa’-AKŞAM NAMAZI (24:58; 17:78; 11:114; 38:32)
Salat-el Vusta- ORTA NAMAZ (2:238)

Namaz vakitlerini belirleyen ayetlerin hepsinin bu üç vakit hakkında olduğunu görüyoruz. Spekülasyonlara girmezsek ORTA NAMAZ olarak adlandırılan namazın sabah ile akşam namazı önceleri öğle namazı olarak anlıyoruz… 73:20’deki ifadeyi gece namazının zamanı konusunda bir rahatlık sağlama olarak değilde gece namazının farz olmadığı biçiminde anladığımız için. Demek ki, gece namazı ve izleyen Kuran çalışması güneşin batışından başlayıp doğuşuna kadar süreyi gecenin üçte birinden başlıyor ve üçte ikisinde sona eriyor. Güneş saat 7’de batıp 5’te doğuyorsa gece namazının zamanı saat 10:20 ile 1:40 arası olur. Cuma, yani cemaatle kılınan namaz özel bir toplumsal namaz olduğu ve gündüzün gerçekleştiği anlaşılıyor (62:9-11).

Tevrat bu anlayışı destekler. Namazın İbrahim peygamberle başladığını ve Musa’nın namaz kıldığını hatırlarsak Tevrat’ta namaz vakitleriyle ilgili ifadelerin tarihsel değerini daha iyi idrak ederiz. Tevrat’ın çevirilerine güvenim tam olmamakla birlikte Tevrat’ın en az üç ayetinde bulduğumuz bu desteğin bir hata veya tahrif sonucu oluştuğunu onaylamıyorum. Tevrat’taki bu ayetlerin gerek birbirleriyle ve gerekse Kuran ayetleriyle olan tutarlığı ilginçtir

Samuel 20:40-41;40 Yonatan, silahlarını yanındaki uşağa vererek, “Al bunları kente götür” dedi.Uşak gider gitmez, Davut taşın güney yanından ayağa kalktı ve yüzüstü yere kapanarak üç kez eğildi. İki arkadaş birbirlerini öpüp ağladılar; ancak Davut daha çok ağladı.
Zebur 55:16-17;
16 Bense Tanrı’ya seslenirim,
RAB kurtarır beni.
17 Sabah, öğlen, akşam kederimden feryat ederim,
O işitir sesimi.

Daniel 6:10

Daniel yasanın imzalandığını öğrenince evine gitti. Yukarı odasının Yeruşalim(Kudüs) yönüne bakan pencereleri açıktı. Daha önce yaptığı gibi her gün üç kez diz çöküp dua etti, Tanrısı’na övgüler sundu.
).

Namaz vakitlerinin beşe çıkarılmasının oluşturduğu  ateşin dumanını mezhepler tarihinde görebilirsiniz. Şia’nın beş vakit namazı üç vakte sıkıştıran garip pratiği, namazları beşe çıkartan Sünniler’in baskısı neticesi bir uzlaşmadan kaynaklanıyor olmasın? Sünnetlerle, nafilelerle, teravih namazlarıyla namaza sürekli zam yapan hadis ve sünnet izleyicilerinin üç vakit namazı beşe çıkarmaları çok mu uzak bir ihtimal?

Namaz Sonrası

Namazları oruç gibi kazaya bırakmak diye birşey olmayıp belli vakitlerde yerine getirilmeli (4:103). Namazdan sonra Allah’ı anmaya ve zikretmeye devam etmeli (4:103).

Bidatler

Namazları birleştirmek, kaçırılmış namazları kaza etmek, sünnet ve nafile namazlar eklemek, namaz kıldırma memurluğu (imamlık) diye bir meslek icat etmek, kadınların namazda önderlik etmesini yasaklamak, otururken Et-tahiyatü duasını okumak ve bu duada peygambere ikinci şahıs olarak seslenmek, şahadette Muhammed peygamberin ismini Allah’ın yanına eklemek, Fatiha’dan sonra zammıssure okumak, Fatiha’nın Besmelesini okumamak, eller ve parmakların yeri konusundaki detaylarla meşgul olmak, abdest alırken ağzı ve burnu yıkamayı abdestin bir şartı bilmek, namazdan önce ağzı misvaklamanın, sarık veya terlik giyilmesinin daha sevap olacağına inanmak gibi nice kurallar ve inançlar Hadis-Sünnet ve mezhepler yoluyla Muhammed Peygamberden daha sonra sokulan bidatlerdir.

Ahmet Hamdi TEPEDELENLİOĞLU

Amerikan köpeklerinin yeni oyunu

Gizli toplantıyı buradan ifşa ediyoruz !
 Blackwater kurucusu Eric Prince , İstanbul İstinye'de emekli asker ve polislerden oluşan bir toplulukla buluşturuldu.
Türk ordusuna alternatif ''yandaş'' bir ordu , şu an doğuda devam eden operasyonlar bahanesiyle CIA 'in kurumu olan Blackwater tarafından şekillendiriliyor.

Bu emekli polis ve askerler Sedat "TEKER" ile bağlantısı olanlar mı?Adnancı subaylarla darbe mi hazırlanıyor?Sahte sol ve sağ örgütlere karşı dikkatli olalım

11 Şubat 2016 Perşembe

10 Şubat 2016 Çarşamba

AHMAK ISLATAN YAĞMURU NEDİR BİLİR MİSİNİZ! !!!


AHMAK ISLATAN YAĞMURU NEDİR BİLİR MİSİNİZ! !!!
SEPELEYEREK YAĞAR HANİ ...
ISLANDIĞINI ANLAMAZSIN. ..
ŞEHİTLERİMİZ DE
2 TANE , 3 TANE GELİYOR DİYE 
ISLANDIĞININ FARKINA VARMAYAN BU MİLLETE NE DEMELİ. .
NE VERELİM ABİME ?...
İÇİNİN YANMASI İÇİN GEREKEN RAKKAMI SÖYLE SEN BANA .!!
EN SON KENDİNE ALMAK İÇİN YIRTINDIĞIN AY PON!!! KADAR ,
DEĞERLERİ VAR MI BU YİĞİTLERİN!!
AYY NE SEVİMSİZ KONULAAAAR
SEVGİLİLER GÜNÜ GELİYOR
DUR SEVGİLINİZE NE ALACAĞINIZ KONUSUNDA BİLGİ VEREYİM.
ENİNİN KÖRÜNÜÜÜÜ..
TAMAM MI !
OLDU MU !

7 Şubat 2016 Pazar

Zagros tüfeği gerçeği


UTANDIM, YERİN DİBİNE GİRDİM (!)..
Okuyanlar hatırlar... “Zagros” başlıklı bir yazı yazdım, pkk tarafından kullanılan ve sayın basınımız tarafından ısrarla “el yapımı” olduğu söylenen keskin nişancı tüfeğinin, el yapımı filan olmadığını, Amerikan malı olduğunu, Kobani’de kullanıldığını, şimdi de Sur’da Cizre’de kullanıldığını anlattım.
*
Şak...
ABD büyükelçiliği yalanladı.
*
ABD büyükelçiliğinin yazılı açıklamasında “Zagros tüfeği Amerikan yapımı değildir, PKK veya PYD’ye hiçbir türde silah sağlanmamıştır, ABD’nin Türkiye’ye ihanet ettiğine dair iddia, gerçek dışıdır, Türkiye’nin NATO’ya katıldığı 1952’den bu yana, ABD, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü korumak için çalışmaktadır, ABD hükümeti PKK’yı terör örgütü olarak görmektedir, PKK’ya hiçbir zaman silah sağlamamıştır, ABD hükümeti Türkiye’nin yanındadır” denildi.
*
Utandım tabii.
Yerin dibine girdim.
*
Yalanım çok fena yakalanmıştı!
*
Kendimi affettirebilmek için bazı düzeltmeler yapayım bari dedim.
*
“PKK’ya silah mühimmat nereden geliyor? Barzani’nin kontrolündeki Kuzey Irak’tan geliyor. Barzani kimin kontrolünde? ABD’nin... ABD’yle dokuz defa toplantı yaptık. En son, Beyaz Saray’da başkanın güvenlik başdanışmanıyla konuştuk, anlattık. Bir CD verdik... PKK’ya malzeme taşıyan kamyonun şoför mahallinde bir Amerikan askeri oturuyordu! Biz bunu Türk kamuoyuna anlatamayız dedim. Biz hâlâ ‘Amerika bizim dostumuz’ diyebilir miyiz dedim. Bu toplantıdan sonra Türkiye’ye döndüm, üç maddelik rapor hazırladım, ABD’deki muhatabım orgeneral Ralston’a bildirdim, 15 gün içinde cevap bekliyorum dedim. Beni o gün görevden aldılar!”
-
Kime ait bu sözler?
Terörle mücadele koordinatörü orgeneral Edip Başer’e ait.
*
“Kandil dağı’nda spotlarla aydınlatması olan bir helikopter pisti var. Irak’ta görev yapan bazı Amerikalı subaylar helikopterle sık sık Kandil’e gelerek, örgütün lider kadrosuyla görüşmeler yapıyor. ABD hükümetinin Irak’ta çalıştırdığı özel güvenlik firmasına ait cipler de, Kandil’deki kamplarda park halinde duruyor.”
*
Bu sözler kime ait?
Murat Karayılan’la röportaj yapmak üzere Kandil’e gelen İngiliz Daily Telegraph gazetesinin muhabiri Damien McElroy’a ait.
*
Peki şu ne?
*
Eylül 2006, Roma’daki NATO Savunma Koleji’nde brifing veren Amerikalı subay, Ortadoğu haritasını duvara yansıttı, orada bulunan Türk subaylar derhal salonu terketti, genelkurmay başkanı Yaşar Büyükanıt, ABD genelkurmay başkanını arayarak, olayı protesto etti.
Temmuz 2007, Atina’daki NATO analiz semineri brifinginde Yunan subay aynı haritayı duvara yansıttı, orada bulunan askeri ataşemiz derhal salonu terketti.
Çünkü, NATO’nun o haritasında Türkiye’nin güneydoğusu Kürdistan olarak görülüyor.
*
E hal böyleyken... Pkk’ya silah taşıyan Amerikan kamyonunun kamera görüntüsü varken, İngiliz gazetecinin şahitliği varken, NATO’nun Kürdistan haritası kabak gibi ortadayken, ne diyor ABD elçisi?
*
“Türkiye’nin NATO’ya katıldığı 1952’den bu yana, ABD, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü korumak için çalışmaktadır, ABD hükümeti PKK’yı terör örgütü olarak görmektedir, asla silah sağlamamıştır.”
*
Gözümüzün içine baka baka bizi bu kadar enayi yerine koyduklarını görünce, insan hakikaten utanıyor. Yerin dibine giriyor.
*
Zagros’a dönersek...
*
Bazı emekli subaylarımız adeta kampanya başlattı, basındaki arkadaşlarını arayarak “Amerikan malı olmadığını, el yapımı” olduğunu yazdırıyorlar. Bu enteresan subaylarımıza iki basit sorum, bir de cazip teklifim var.
*
Erbil’de Duhok’ta Kerkük’te semt pazarlarında, bakkallarda bile silah satılıyor. Sudan ucuz Kalaşnikoflar, M16’lar, roketler işporta tezgahında sergileniyor. Kanas tabir edilen Dragunov marka keskin nişancı tüfeğini bulmak, domates salçası bulmaktan daha kolayken... Pkk neden keskin nişancı tüfeği icat etme ihtiyacı hissetti?
*
Toplama silah yapılabilir mi... Elbette yapılabilir. Mercedes kasaya da Tofaş motor takabilirsin. Ama, netice alabilir misin? Toplama silahta bin metreden keskin nişancı atışı yapabilecek hassasiyet olabilir mi?
*
Teklifim ise şu... Madem bu iş el yapımı bile halledilebiliyor... El yapımından vazgeçtim, Makine Kimya Endüstrisi Kurumu’nun fabrikalarında bu seviyede, bu kalibrede keskin nişancı tüfeği yapın, gideyim Amerikan elçisinin elini öpeyim!

Suriyeli mültecilere Misyoner tuzağı

Misyonerler şimdi de Suriyeli kardeşlerimize kanca attı. Misyonerlerin tehdit oluşturan faaliyetleri emniyetin de dikkatini çekmesiyle birlikte; il emniyet müdürlükleri, istihbarat, terör ve güvenlik şubelerine gizli ve özel yazı gönderildi. .
Dosya şeklinde gönderilen yazıda ülkede Suriyeli mültecilere yönelik yoğun bir misyonerlik çalışması yürütüldüğü örneklerle anlatılıyor. Faaliyetlere karşı emniyet müdürlükleri dikkatli olması konusunda uyarılıyor.
Bu gizli faaliyetleri yürüten kiliselerin ve şahısların isimleri şöyle :

Ankara Kurtuluş Protestan Kilisesi , Adana Kurtuluş Protestan Kilisesi , Kevin Grogery Schular Papaz , İzmir’de Amish Tarikat Mensupları , Kevin Learne Bybers, R. Fern Mullet , Ertan Çevik , Hürrem Çevik , Protestan Hristiyan Tv. Yayın Müdürü Tiyatro Sanatçısı Melih Ekemen , İzmir’de Hıristiyanlar tarafından oluşturulan Mülteci Koordinasyon Kurulu , Gaziantep’te Türkiye Protestanlar birliği bünyesindeki ‘Merhamet Kurulu’ Diyarbakır Protestan Kilisesi .

SELAM TEVHİD in en yaman askeri Hamraz LOTFI


6 Şubat 2016 Cumartesi

Çingeneler,İran ve SELAM TEVHİD ÖRGÜTÜ

İRANLILARIN SAPKINLIKLARI

MS 1025-1050 yılları arasında Kuzey Hindistan’da yaşayan bir beylik vardır. Beyin yakışıklılığı ve cinsel gücü çevre ülkelere yayılmıştır. Buveyhoğulları’ndan Abu Mansur Fülâd Sütûn (1048-1055) döneminde işret almış başını yürümüş ve rezillikler nedeniyle Bağdat’taki Türk Büveyh Komutanları Büveyhoğulları’na karşı sıkça ayaklanmışladır. Büveyh Sarayı’ndaki sapkınlıklar bir sonucu olarak saraydaki sapkın elit yakışıklı beyi ve ailesini Buveyh Sarayı’na davet ederler. Davete icabet eden bey, saraya girer girmez neredeyse saraydaki hemen tüm kadınların tutkularını kamçılar. Davet yemeğinden sonra odasına çekilen bey ve ailesi ayrı ayrı odalara alınır ve saray sessizliğe gömülür. Tutkularının esiri kadınların başında hükümdarın annesi, karısı ve kızları da bulunmaktadır. Konuk bey odasında saray muhafızları tarafından çırılçıplak soyulur, elleri-ayakları ve ağzı bağlanır, sabaha kadar azgın kadınların tecavüzüne uğrar. Sabah olduğunda ise feryat figan ile suç beyin üzerine atılır. Sürekli ayaklanma tehdidi karşısında zor anlar yaşayan Büveyhoğulları beyi, ailesini ve beylik bağlılarını Anadolu’ya sürgün ederler. (1048-1050) Çigan (Türkçe-Göçebe), Çingane (Farsça) Çingenelerin sürgünü ve makûs talihi başlar. Büveyhoğullarının sapkınlıklarından yaka silken ve başıbozukların baskısından kurtulmak isteyen Abbasî Halifesi Kaimbiemrillah Büyük Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey'den yardım ister. Tuğrul Bey 1055'te Bağdat'a yaptığı seferde Büveyhoğulları’nı büyük bir yenilgiye uğratır.

Ancak; Pers diline düşen Çingeneler hakkında şu söylenti kulaktan kulağa yayılır. “ÇİNGENELER, ANNELERİ, KIZLARI İLE YATARLAR; ONLARLA BİRLİKTE OLANLAR ASLA TEMİZLENEMEZLER.” Bu Pers söylentisi tarihteki en büyük iftiraların en başında yer alır.

Bugün bile ülkemizin % 99’u hala bu iftiraya inanmakta ve bu nedenle iftiraya uğramış bu halkı kendilerinden uzak tutmaya çalışmaktadır.

ŞİALIK VE İSRAİL-PERS KAPANI

Bugünkü İRAN’ın resmi kayıtlarında 16.780 civarında Yahudi varlığı görünse de Kripto Yahudiler ile birlikte bu nüfus 7.983.210 civarındadır. Bu sayısal değer ise İRAN nüfusunun % 9,5 ila 10,7’sine tekabül eder. Ekonomik güçleri oldukça fazladır. TÜRKİYE ise Yahudiler arasında Esas İsrail olarak telakki edilir. Filistin topraklarındaki İSRAİL ise bir savunma sığınağı ve/veya yedek üs konumundadır. TÜRKİYE ve TÜRKLER, Faşist Yahudiler ile Faşist Perslerin öncelikli hedefidir. Her iki kesimde de TÜRKLER üçüncü sınıftır. TÜRKLERİN ortak hedef olmasının en önemli sebebi ADALET duyguları ve uygulamalardır. Bu nedenle de TÜRKLER tarih boyunca hiçbir millete, halka tecavüz etmediği gibi kendine de tecavüz ettirmemiştir. Her seferinde kendi küllerinden doğan millet de TÜRKLER’dir. Türklerin durması ile tarihin durduğu, kaosun ve çöküşlerin başladığı bir realitedir. En son örneği Osmanlı İmparatorluğu’dur. Bu nedenle TÜRKLERİN tasmalı olarak yaşatılması Dünya dengeleri için çok önemlidir.

 TÜRKİYE’de İslam’ın PROTESTANLAŞTIRILMASI ve SÜNNETULLAH ın İslam’dan uzaklaştırılması KUMPAS’ın olmazsa olmazıdır. Avrupa için TÜRKİYE “ŞARK MESELESİ”, İRAN için TÜRKİYE “GARP MESELESİ”, İSRAİL için TÜRKİYE “ŞİMAL MESELESİ”dir.  Çok dikkat çekicidir ama nedense görülmez, ne “ARZ-I MEVUD” ne “BÜYÜK KÜRDİSTAN” ne de “Büyük ERMENİSTAN” sınırları ile Şİİ NÜFUS alanları büyük oranda çakışmaz. İSRAİL ve İRAN Türkiye’ye karşı politik olarak “SÜREK AVI” metodunu uygularlar. Yani biri TÜRKİYE’yi İSRAİL’e doğru, diğeri TÜRKİYE’yi İRAN’a doğru sürerek TÜRKİYE’ye ve TÜRKLERE görünür ve görünmez zararlar verirler. TÜRK-KÜRT, TÜRK-ERMENİ, TÜRK-RUM husumetinde bu güçlerin etkisi çok büyüktür. TÜRKİYE’deki İSRAİL baskısı ile İRAN baskısı neredeyse eşit derecededir. Ancak İRAN baskısı daha hırpalayıcı ve can yakıcıdır çünkü “DİN KARDEŞLİĞİ” perdesi tahribatı geometrik olarak artırmaktadır. Ancak bu görüntü yüzeyseldir, çünkü İRANİ “İslam” düşüncesi “İSLAMİYETİN” en büyük düşmanıdır. Örneğin ŞİA’da İslam’ın şartı SEKİZDİR; Amentü’ye rağmen, Allah’ın emirlerine rağmen, İlave iki “Şart”; “İMAMA-İMAMINA- İMAN”, diğeri de “TAKİYYE YAPMAK”tır.

 İktidar partisi içindeki “LİDER”i ve o liderin kendini “Allah’laştırma”,“Peygamberleştirme” eylemlerinin ardında bu KAPAN’ın ülkemizde iktidarları belirleme sürecine kadar başarı kazanmalarının bir sonucudur.

 Kısaca “TEVHİD SELAM KUDÜS ORDUSU” artık Türkiye’deki gerçek PARALEL güçtür. O kadar güçlüdür ki Entelijans Servisi’nin MÜSTEŞARINI bile belirleyebilmektedir. ŞİA PERS gücü en büyük aşamayı 12 EYLÜL REJİMİ sayesinde elde etmiştir.  Kişileri ve kurumları ele geçirme operasyonları iki temele dayanır, bu iki temel onların buluşları değil imrenilecek derecedeki araştırmalarıdır. Türk yazıtlarında geçen bir bölüm çok dikkat çekicidir. “TÜRK BEYLERİ ÇİNLİ KADININ TENİNİN SICAKLIĞINA, ÇİN İPEĞİNİN YUMUŞAKLIĞINA KANDIN DA BÖYLE OLDUN –ÖLDÜN-“

Başta büyükşehirlerde 2002 den sonra patlama yapan “CARİYE OTELLERİ”, “MUT’A” e HUMUS şirki bu örgütün en büyük “Başarılarındandır.” Bir tarafın ele geçirdiği “GÜÇ ODAĞI” ise her iki unsur tarafından ortak olarak kullanılmaktadır…

“TEVHİD SELAM KUDÜS ORDUSU”


 Bu konuya önümüzdeki yazılarımda değinmek istiyorum.

İranlı kadınların BAL TUZAKLARI

Bu blogda “ÇİNGENELER”in bilinmeyen, saklanan, çarpıtılan tarihlerini yazdığım günden bu yana FACEBOOK üzerinden aldığım arkadaşlık tekliflerinde abartılı bir artış oldu. Arkadaşlık teklifinde bulunanların tamamı bayan, hem de ne bayanlar, neredeyse tamamı İRANLI… Kalın dudakları, kömür karası ve sürmeli gözleri, ateş kusuyorlar sanki. FACEBOOK arkadaşlığı sonrası ise e-mail adresi üzerinden çok özel fotoğraflar akmaya başlıyor. Neredeyse tamamı EVLİ ama nedense çok rahatlar (!) sanki her biri MERA… Dilekleri ve istekleri şu: “Birlikte hoşça vakit geçirmek…” Yaşları 30-45, yani bir kadının zirve yaşları. Unutmadan, pek çoğu da Türkiye’de ve otelde yaşamlarını sürdürüyorlar. Bir giydiklerini bir daha giymiyorlar…

Neredeyse tamamına aynı soruları sordum: “Neden ben?”, “Yaşın 53, 54’e az kaldı, bunca hoş vakit geçirebileceğiniz delikanlılar varken, neden ben?”, “Gençler yanında bizler neredeyse çomarladık, neden ben?”, “Ben sadece bir SSK emeklisiyim, neden cüzdanı şişkinler değil, neden ben?”

Acemler edebiyatta, edebiyatın “edep” kısmı hariç çok başarılılar. İyi eğitim aldıkları belli, üstüne üstlük orostopolluk genlerinde bolca… Cevapları çarpıcı: “Ben adamdan anlarım” yani ‘Ben mal dan anlarım’ diyor. “Aaaa hiç olur mu? Gençler tecrübesiz, hem de çok heyecanlılar, yol almadan finişe varıyorlar, olgunun tadı çok başka” Aşüfteler Türk Tarihi’ni bizden daha iyi biliyorlar. Ne yazıyordu Orhun Kitabelerinde “Türk Beyleri, Çinli kadının teninin sıcaklığına, Çin’in ipeğinin yumuşaklığına kandın da böyle oldun…” Cevapların pek çoğunu burada yazamıyorum, 53 yaşındaki bir Türk erkeğini bile utandıracak kadar vıcık vıcık cinsellik kokan, hatta kokmaktan öte kokuşan cevaplar…

Yaklaşık üç yıldır sürdürdüğüm bir araştırmanın sonlarına yaklaştığım bu günlerde yaşadığın bu gelişmeler beni hiç şaşırtmadı. Dünyanın dört bir yanından, her renkten, her yaştan, her dinden, her milletten, her halktan bayanlarla yazıştım. Kısa net cümlelerle, internetteki çeviri sistemlerini kullanarak. İki İslam ülkesinden bayanların cevapları beni oldukça düşündürdü. Bunlardan biri İRAN, diğeri ise hemen hepimizin bildiği bir başka ülke. Her iki ülkede yaşayan, özellikle EVLİ olduğunu beyan eden kadınların eşlerini ALDATMAYA bu derece yakın olması kaygı verici. Bunun yanında bazı Türk ve Müslüman ülkeler ise nefesleri kesecek kadar ketum ve sadık. Bosna-Hersek, Kırgızistan, Türkmenistan… Unutmadan, EVLİ olan RUS bayanlar da çok sadık ve ketumlar. Onlarla EVLİ olsalar da çok iyi arkadaş olabilirsiniz ama aklınız bacak arasına inince şiddetli bir karşılık görürsünüz. Size fırsat verirler, arkadaş olmanız için; baktılar ki siz iflah olamayacaksınız çizgiyi çekiverirler.

TECRÜBELER ACIDIR AMA AYNI ZAMANDA DERS VERİCİDİR…

Hava Harp Okulu’nda 1979 yılında yaşadığım bir tecrübe, kulağımda hep küpe olmuştur. Tamamen tesadüfmüş gibi yaşadığım bu olay beni öylesine sarsmıştır ki, kolay kolay kendime gelememiştim. O günlerde TKP Marmara Bölge xxx sorumlusu bayan ile yaşadıklarım; hem aklımı başımdan almıştı hem de bendeki beni. Ama Allah’tan içimden gelen sesi dinlemiş ve bayanın çabalarını sekteye uğratmıştım. Kendisi yok, Allah var; kendisini yakalattıranın ben olduğumu bile bile bana hiçbir şey yapmamış ve yaptırtmamıştı. Ama o sıralarda bana öyle bir tecrübe yaşatmıştı ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kimin ellerinde olduğunu o günlerde anlamıştım. Hafta içi bir gün günlük izin alıp evine gitmiştim, o gece beni yollamak istemedi, günlerden perşembeydi, bana izin almak için bir komutanı aramıştı. Komutan ile yanımdan konuşmuştu, tanışıyorlardı, hem de çok samimiydiler, ona ismi ile hitap ediyordu. “XXXX çiğim bu gece Hüseyin Memiş benimle, yarın gece de; ona göre tamam mı?” dediğinde benim kafamdaki lambalar ısınmış ve yayına başlamıştı. Demek bu ülkenin içine böyle ediliyordu.  Sonrası çok uzun… Ama ben daha 18 yaşında 37’lik TKP’li ile bu tecrübeyi yaşamış, sarmalı aşabilmiştim. Yukarıdaki soruların benzerini o günlerde ona da sormuştum. Bir gün cevabını çok çarpıcı bir olayla almıştım. Hem de hiç beklemediğim bir anda. 1981 yılında resmi üniforma ile bir kış günü Merter’de minibüs beklerken önüme yanaşan beyaz bir Peugeot 504 içinden çıkan iki kişi beni arka koltuğa itekleyip adeta kaçırmışlardı. Yaşadığım profesyonel bir eylemdi. Varacağımız yere kadar kimse konuşmadı. Büyükçe bir fabrika viranesine girdiğimizde “Kelime-i Şahadet” getirmeye başlamıştım. Kapalı alana girdiğimde karşımda TKP’li o bayan vardı. O delikanlı kadın… “Bana sorduğun sorunun cevabını vermek için seni aldırdım.” dedikten sonra “Sayende içerideyim, ama hiç önemli değil. Beni sen yakalattın, biliyorum. İşte sorunun cevabı, sana kendimi de verdim, servetimi de sana sundum ama sen beni yakalattın; işte sen bu nedenle benim hedefimdeydin. Bu karakterin nedeniyle. Çünkü bize çok önemli bilgiler, özellikle de kişisel istihbarat bilgileri akar.” Sonradan anladım ki delikanlı kadın için bir insan olarak da önemli ve değerliydim. Çünkü benim hem merakımı gidermiş hem de uyarmıştı. Kale içten fethedilmişti.  Türk Silahlı Kuvvetleri’nde en uzun süre generallik yapmış olan o şahsiyet de (A.Ç) EKİPTENDİ. Ve o bayan beni cezaevinden elini kolunu sallayarak çıkıp aldırmıştı…

İSTİKLAL’DE BULUŞMA

Yazıştıklarımdan bir ile görüşmeye karar verdim. Cumartesi öğle saatleriydi. Yaşı 35’ti ama makyaj nedeniyle 45 gösteriyordu. Başında örtü gibi bir şal vardı. Giyiminde bir falso yoktu. Üzerinde uzunca deri bir pardösü vardı. Biraz yürüdük ve büyük bir otelin lobisine girdik. Anlaşılan o ki, bu otele sıkça girip çıkıyor ya da o otelde kalıyordu kapıdaki görevli dahil hemen herkes onu görünce iki büklüm eğiliyordu. Nihayetinde derin koltukların yer aldığı bir dip köşeye geçtik. Beni içeride sürükleyen oydu. Üzerindeki pardösüyü çıkardığında Acem yılanını görmeye başladım. Her şeyi ile benim için erotik pek çoğu için davetkar biri vardı karşımda. Koltuğa otururken kısa ve yırtmaçlı eteği ile ordövr yerine “Parkını” sunmaktan çekinmemişti. Kullandığı parfüm egzotik, ağır ama farklıydı. Bakımlı ve her açıdan markalı moda dergilerinden fırlamış biriydi karşımdaki. Aksanı Farsça ve Azerice unsurları taşıyordu. Kelimeleri yılan tıslaması şeklinde seslendiriyordu. Fazla vaktim yoktu, 45 dakika zamanım vardı. Galatasaray Lisesi karşısında sahafların bulunduğu binada bir sahaf ile görüşecektim. Önemli bir görüşme olacaktı, bir kitap ayırtmıştım, onu alacaktım ve yeni gelen kitapları ilk kez ben didikleyecektim. İranlı bayan ile konuşurken gözlerini gözlerimden ayırmadı. Gözlerine hakimdi, “Gözler yalan söylemez” deseler de aldığı eğitimden olsa gerek söyledikleri ile gözleri aynım şeyi söylüyordu. Beni Fas’taki bir sempozyumdan tanıdığını ve tesadüfler sonucu bulduğunu ifade ediyordu. O gün yaptığım sunumdan çok etkilendiğini ifade ediyordu. O sempozyuma eşi ile birlikte gelmişlerdi ve eşi onun çarşaftan çıkmasını istemediği için benim onu fark edememiş olduğunu ifade ediyordu. Hazırlıksızdım, o kadar özel bir andan söz ediyordu ki o sempozyuma çok farklı yollarla gitmiştim. İz bile yoktu ardımda. Ama onların her şeyden bilgisi vardı. O gün yanımda olan Suriyeli Hristiyan Merhume Maryam’ın –toprağı bol olsun-  sonradan Suriye’deki iç savaşta tecavüze uğradığını ve rejim karşıtlarının onu bir ahşap haç ile öldürdüklerini anlattı bana. Bildiğim bu kahredici olayı ilk kez duyuyormuş gibi davrandım. Bu kadar tecrübeye ve kendimi hazırlamama rağmen gözlerimdeki buğulanmayı gizleyemedim. İranlı bayan çok tecrübeliydi, iyi eğitimliydi. Boynundaki beyaz ipek fularını çıkarıp bana doğru uzandı, derin göğüs dekoltesini arka plan görüntüsü olarak kullanarak bana uzattı, gözlerimi silmem için. Fuları sadece elime aldım, gözlerime dokundurmadım, çünkü büyücülük konusunda ACEMLER’in ne denli “Başarılı” olduklarını biliyordum. Ama hareket çok rafineydi, müthiş bir jestti. Teşekkür ettim. O gözlerini gözlerime diktikçe ben de gözlerimi onun gözlerine diktim. En büyük silahlarına kendi silahımla cevap verdim. Onlara bir karşı cins olarak direnmenin zor, hem de çok zor olduğumu iliklerime kadar hissettim. Ama nereye kadar? Bu son cümle sizi hiç şaşırtmasın, sesli düşündüm. Geçmişte yaşadıklarım bana yeter, toy değilim ve de tedbirliyim. Çünkü Selam ve Tevhid Örgütü’nün bu ülkenin nerelerini ele geçirdiğinin farkındayım. Selam ve Tevhid Örgütü araştırmaları nedeniyle deşifre olanlar ülkelerine dönmüş olabilirler ama dişi Ökse Otları bu ülkede; Ankara’da, İstanbul’da, İzmir’de, Eskişehir’de, Bursa’da… Öncelikli hedefleri genelde üniformalı ve üniformasız bürokratlar, onlarla yakın ilişkileri olan iş adamları, onların eş ve çocukları ile bu konuda bildiklerini yazmaya çalışan yazarlar, kaldıysa gazeteciler… Bu güne kadar üst düzeyde oldukça iyi mesafeler almışlar ki bu devletin istihbaratının başına bile yetiştirdiklerini geçirebilmişler, gerisini varın siz düşünün…

Kırk beş dakika sonra ayrılma vakti geldiğinde vedalaşma esnasında bile çok hünerli olduğuna şahit olduğum ACEM KADINI ile bir daha görüşebileceğimi sanmıyorum. Bundan sonraki süreçte beni nasıl yemlerler bilemiyorum. Ancak bildiğim tek şey, ülkemizde kurdukları ağ çok etkin.

Bu yazımın devleti yönetenlerin pek de dikkate alacağını düşünmüyorum ama özellikle eşlere ve ailelere sesleniyorum. Dikkat…


İran’dan getirilmesi gündeme gelen ve sayıları binlerle ifade edilen hemşirelerin hastanelerde, evlerde, evliliklerde, yuvalarda nelere mal olacağını düşünün lütfen. Selam ve Tevhid Örgütü’nün ACEM KIZLARININ ailenize “İncir ağacı” dikmelerine karşı uyanık olun… Bu hemşirelerle Selam ve Tevhid Örgütü’nün neleri hedeflediklerini daha sonraki yazılarımda sizlerle paylaşmaya çalışacağım…

hosememis@gmail.com

5 Şubat 2016 Cuma

IŞİD lilerin AKP li belediyelerle ilişkisi?

CHP İstanbul Milletvekili Eren Erdem, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yılbaşı gecesi Ankara’da intihar saldırısı hazırlığı yaparken yakalandıkları belirtilen IŞİD militanlarına açılan davanın içeriği hakkında Başbakan Davutoğlu'na yazılı soru önergesi verdi. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın hazırladığı iddianamede, yılbaşı gecesi Ankara'da saldırı yapmaya hazırlanırken yakalanan IŞİD'li Musa Canöz ve Adnan Yıldırım ile onlarla bağlantılı 2 kişinin Ankara Büyükşehir Belediyesi Fen İşleri’nde çalışırken tanıştığı bir cemaat aracılığıyla Suriye’ye gittiğini anlattığına değinilen önergede, "IŞİD’in AKPli belediyelerde örgütlenmesi bir tesadüf müdür?" sorusu soruldu. Cumhuriyet yazarı Can Dündar ve Erdem Gül'ün ağırlaştırılmış müebbetle yargılanırken, IŞİD'li teröristler için 12 ile 31 yıl arası hapis cezası istemiyle dava açıldığını belirten Erdem, "Bugüne kadar yakalanan IŞİD teröristlerinin kaçı “Cebir ve şiddet kullanarak, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya veya düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılırlar” hükmünün düzenlendiği 309. Maddeden yargılanmıştır?" diye sordu. Önergede şu sorular yer aldı: 1. IŞİD’in AKPli belediyelerde örgütlenmesi bir tesadüf müdür? 2. Ebu Ali Ambari olduğu belirtilen IŞİD’linin, sanıklarla görüşmesinden 3-4 gün sonra araç ve kaleşnikof silahları sanıklara rahatlıkla ulaştırabilmesi bir güvenlik zaafiyeti midir? 3. Askeri tesislerde, kiliselerde ve camilerde keşif yapan ve patlamaya hazır bombalarla yakalanan şüphelilere 12 yıldan 31 yıla kadar hapis cezası verilirken, Can Dündar ve Erdem Gül gibi gazetecilere müebbet hapis cezası istenmesinin temel gerekçesi nedir? 4. Bugüne kadar yakalanan IŞİD teröristlerinin kaçı “Cebir ve şiddet kullanarak, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya veya düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılırlar” hükmünün düzenlendiği 309. Maddeden yargılanmıştır? 5. IŞİD’in Türkiye’deki faillerinin AKPli belediyelerle ilişkileri dikkate alındığında, AKPli belediyelere yönelik herhangi bir güvenlik soruşturması yapılacak mıdır? 6. Son 5 yılda AKPli belediyelerde çalıştığı tespit edilen ve hakkında yakalama kararı bulunan terör örgütü üyesi ve sempatizan sayısı kaçtır?